Sosyolog Doç. Dr. Melda Medine Sunay: Suç önlenemez

‘Suç Kavramı’nı, sosyolojik, psikolojik ve hukuksal açıdan, 3 farklı uzman ile konuşarak, değerlendirdik. Uzman Psikolog Bengisu Binay Akarsu, Ceza Hukukçusu Mustafa Yılmaz ve Sosyolog Doç. Dr. Melda Medine Sunay ile görüştük. ‘Suç Olgusu’ üzerine farklı açıklamalara, Kent Bursa Gazetesi olarak, tek bir çatı altında yer verdik.
YASEMİN ÖZKEREM / ÖZEL HABER
‘Suç’ olgusunu Sosyolojik açıdan değerlendiren Sosyolog Doç. Dr. Melda Medine Sunay, Kent Bursa Gazetesi’ne önemli bilgiler verdi. Sosyolog Sunay, suçun toplumun kabul ettiği kural ve değerlerden sapması olarak açıklarken, bir davranışın suç olarak görülmesi için toplumun ‘doğru ya da yanlışı nasıl tanımladığına’ bağlı olduğunu söyledi.
Sosyolojik açıdan ‘suç’ olgusunu detaylı bir şekilde açıklayan Sosyolog Doç. Dr. Melda Medine Sunay, “ ‘Suç’ toplumun kabul ettiği kural ve değerlerden sapmadır. Yani, bir davranışın suç sayılması, o toplumun neyi “doğru” ya da “yanlış” kabul ettiğine bağlıdır. Bu nedenle, bizim yasalarımızda ve kültürümüzde, içinde yaşadığımız şu dönemdeki kural ve değerlerin aksi bir davranışta bulunmak suçtur. Suç, sadece işlenen eylemle değil, aynı eylemin toplum tarafından nasıl etiketlendiğiyle de ilgilidir. Bir birey suç işlemesinin ardından “suçlu” olarak damgalanırsa, bu damga/etiket bireyin kimliğini şekillendirir ve gelecekteki davranışlarını etkileyebilir. Özetle şöyle toparlayabilirim, sosyolojik bakış açısıyla “suç”, sadece bireyin kural ya da değerlere aykırı davranışı ya da sapkınlığı olarak değil, toplumsal yapı, normlar, değerler, eşitsizlikler ve etiketleme süreçleriyle de yakından ilgili dinamik bir olgudur” dedi.
“YOĞUN NÜFUSLU ALANLAR KORKUYU TETİKLİYOR”
‘Suç Mağduru Olma Korkusu’na sosyolojik bir bakış açısıyla bakıldığın da ise yalnızca bireysel psikolojiye indirgenmeyecek bir durum olduğunu da söyleyen Sosyolog Sunay, ““Suç mağduru olma korkusu”, sosyolojik bakış açısıyla incelendiğinde, yalnızca bireysel psikolojiye indirgenemeyecek, aynı zamanda toplumsal yapı, kültürel normlar, medya etkileri ve sosyal kontrol mekanizmaları gibi çok katmanlı dinamiklerin ürünü olarak karşımıza çıkar. Ekonomik, sosyal ve kültürel eşitsizliklerin yoğun olduğu toplumlarda, bireyler arası güvensizlik artabilir. Bu güvensizlik, suç mağduru olma korkusunu da beraberinde getirir. Modern şehirleşmenin getirdiği anonimlik ve sosyal çözülme, bireylerin kendilerini savunmasız hissetmelerine neden olabilir. Özellikle yoğun nüfuslu, gözetim ve toplumsal kontrolün zayıf olduğu bölgelerde, suç mağduru olma korkusu daha belirgin hale gelebilir. Bursa’da Kent Meydanı’nda yaşanan olay, şehrin sakinlerinde bu korkuyu daha da tetiklediğini düşünmekteyim. Geleneksel dayanışma ve komşuluk ilişkilerinin zayıfladığı modern toplumlarda, bireyler kendilerini daha yalnız ve savunmasız hissedebilirler. Bu durum, suç mağduru olma korkusunu beraberinde getirir. Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak elbette mümkündür” diye konuştu.
MEDYANIN ETKİSİ, TOPLUMSAL EŞİTSİZLİK…
‘Suç Mağduru Olma Korkusu’ neye göre artar, azalır ve nasıl engelleneceği hakkında da bilgi veren Sosyolog Sunay şunları söyledi:
“Korkunun artması, çoğunlukla medyanın etkisi, toplumsal eşitsizlik, zayıf sosyal bağlar ve güven eksikliği gibi unsurlarla ilişkilidir. Öte yandan, etkili güvenlik politikaları, güçlü toplumsal dayanışma, ekonomik istikrar ve adalet sistemine duyulan güvenin artması, bu korkunun azalmasına katkıda bulunur. Dolayısıyla, hem makro düzeyde (devlet politikaları, adalet sistemi ve kentsel planlama) hem de mikro düzeyde (bireysel farkındalık, eğitim ve yerel topluluk çalışmaları) entegre stratejiler geliştirilerek, suç mağduru olma korkusunun engellenmesi mümkün hale getirilebilir.”
KENTLEŞME, MODERNİTE, EKONOMİK EŞİTSİZLİK…
Bursa’da basit nedenlerden kaynaklanan kavgaların cinayete varan sonuçları ile ilgili de açıklama yapan Sosyolog Sunay, “Tekil olaylar olarak görülmekten ziyade; kentleşme, modernite, ekonomik eşitsizlik, değer çatışmaları, sosyal kontrol mekanizmalarının zayıflığı ve bireysel psikolojik faktörlerin kesişiminde değerlendirilmelidir. Bu olaylar, toplumsal yapının ve dönüşümün yansıması olarak, modern yaşamın getirdiği karmaşık dinamiklerin bir sonucu olarak yorumlanabilir. Sosyolojik perspektiften bakıldığında, bu cinayetler; toplumsal ilişkilerdeki çözülme, ekonomik adaletsizlik ve kültürel normların evrimi gibi makro düzeydeki süreçlerle yakından ilişkilidir” diye konuştu.
ÇOCUK ÖLÜMLERİ, KIZ ÇOCUKLARI ÖLÜMLERİ, KADIN ÖLÜMLERİ…
Çocuk ölümleri, kız çocukları ölümleri, kadın ölümleri son zamanlarda dehşet verici rakamlara ulaştı. Diğer yıllarla 2024 yılını rakamlar üzerinden ve sosyolojik açıdan da kıyaslayan Sosyolog Doç. Dr. Melda Medine Sunay yaptığı detaylı açıklama da şunları söyledi: “ Bu artışların arkasında çeşitli sosyolojik faktörler bulunmaktadır:
Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik ayrımcılık ve şiddet, toplumsal cinsiyet normları ve ataerkil yapılarla ilişkilidir.
Ekonomik ve Sosyal Stres: Ekonomik krizler, işsizlik ve yoksulluk gibi faktörler, aile içi şiddet ve çocuk ihmali riskini artırabilir.
Yetersiz Hukuki ve Kurumsal Koruma: Kadın ve çocukları korumaya yönelik yasal düzenlemelerin eksikliği veya uygulanmasındaki yetersizlikler, şiddetin önlenmesini zorlaştırmaktadır.
Toplumsal Farkındalık Eksikliği: Şiddet ve ihmale karşı toplumsal duyarlılığın düşük olması, bu tür olayların artmasına zemin hazırlayabilir.
Sonuç olarak, 2024 yılında kadın ve çocuk ölümlerindeki artış, toplumsal yapının çeşitli dinamiklerinden kaynaklanmaktadır. Bu sorunun çözümü için toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, ekonomik ve sosyal politikaların iyileştirilmesi, hukuki düzenlemelerin güçlendirilmesi ve toplumsal farkındalığın artırılması gerekmektedir.”
SUÇ VE SOSYAL MEDYA
Bursa ve Türkiye’nin suç profiline bakıldığında sosyal medyanın ve medyanın edindiği yer, konum ve tutumu sosyolojik açıdan da değerlendiren Sunay, “Medya daha fazla takip edilmek için, suçu ya abartıyor ya da normalleştiriyor. Abarttığında korku kültürü ve algısı gelişiyor, normalleştirdiğinde suçlu davranışa karşı duyarsızlaşma ve suç eğiliminde artışa neden oluyor.
Bursa ve Türkiye genelinde sosyal medya ve geleneksel medya, suçun algılanma biçimi, korku kültürünün oluşumu, suçun yayılması ve bireylerin suça yönelmesi açısından büyük bir etkiye sahiptir. Medyanın etik ve sorumlu bir yayın politikası benimsemesi, toplumun güvenlik algısını dengeli bir hâle getirebilir. Sosyal medya kullanımının bilinçli hâle getirilmesi, toplumun suçla mücadelede daha etkin rol almasını sağlayabilir” dedi.
ÜNİVERSİTE VE SAVCILIK ARASINDA PROTOKOL
Bunun yanı sıra Bursa Teknik Üniversitesi ve Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ile bir protokol imzalandığından da bahseden Sosyolog Doç. Dr. Melda Medine Sunay, “ Bursa Teknik Üniversitesi ve Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ile aramızda bir protokol imzaladık suç olgusuna yönelik. Çünkü ülkemizde ve dünyada da suç olgusu hızla artmakta. Vaka sayıları çok fazla. Bu da devlet için ciddi bir yük” dedi.
“SUÇ VAKALARINI BİLEN SOSYOLOGLAR”
Sosyoloji ve Öğretim Üyesi olarak ve Denetim Serbestliği Sosyoloji’deki kişilerle birlikte bir çalışma yaptıklarının da altını çizen Doç. Dr. Melda Medine Sunay, “Biz bir eğitim programı hazırladık. Bu eğitim kapsamında üniversitemizde sosyoloji, psikoloji bölümlerinin lisans, yüksek lisans ya da doktora programında öğrenim gören öğrencilerimize suç vakaları ile ilgili bir çalışma yapacağız. Bir ay süren bir çalışma. Direkt vaka üzerine çalışacak öğrencilerimiz. Bizim burada amacımız şu: Öğrenci mezun olup sosyolog ve psikolog olarak devletin bir kurumuna gittiğinde, suçla ilgili yani, Adalet Bakanlığı’nın çeşitli birimlerine bu öğrencilerimiz uzman meslek elemanı olarak atanıyorlar. Ama lisans öğreniminde gördükleri teorik bilgiler ilk birkaç senesinde onlara yetmeyebiliyor. Çünkü alanı çok fazla görmedikleri için, vakayla ilgili herhangi bir ön bilgileri olmadıkları için. Biz de bu alanda hemen bir aksiyon aldık. Rektörlük ve başsavcılık arasında bir protokol imzalandı. Öğretim üyesi olarak ve oradaki sosyologlar olarak da böyle bir çalışma yaptık. Bundan sonraki yıllarda Bursa Teknik Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun olan öğrenci mezun olmadan sosyologlar olarak sahada iş görecekler. Burada yetişen öğrenci bitirdikten sonra nereye atanacağı belli değil. İçişleri Bakanlığı’nın belki belli bir birimine atanır. Emniyet ilgili bir şey yaparsa zaten direkt orada çalışacak. Adalet Bakanlığı’na atandığında şimdi bizim bu eğitimimize alıp sertifikalandırılan öğrencilerin belki hepsi Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bir birime atanır. Ama orada da suç biliyor olması gerekiyor. Çünkü suç mağduru çocuklar ya da aile içi şiddet sonucu parçalanan ailelerden, yani parçalanan aileler sonucunda ortada kalan, çocuklar bu devletin bu yurtlarında bundan sonra hayatlarını idame ettiriyor. Burada bizden mezun öğrencilerimiz inşallah önceden vakayı görmüş, vakayı bilen adaylar olarak hizmet verecekler.
“SOSYOLOGLARIN DEĞİL YEREL YÖNETİMLERİN İŞİ”
İnsanların birçok ihtiyacı olduğunu da söyleyen Doç. Dr. Melda Medine Sunay, “İstihdam edilme ihtiyacımız, evlenme ihtiyacımız, yeme içme ihtiyacımız, iş sahibi olma ihtiyacımız, tatil ihtiyacımız, dinlenme ihtiyacımız, komşuluk muhabbetine ihtiyacımız gibi birçok ihtiyacımız var. Ancak büyükşehir olmanın beraberinde getirdiği bazı özellikler insanların dinlenmesine, çevre ve komşularını tanımasına ayrıca ailesine zaman ayırmasına engel oluyor. Çünkü çalışma saatleri çok uzun ve şehrin karmaşası her türlü insanları farklı bir noktaya itiyor. Veya tam tersi çalışma saati hiç yok. Yani istihdam edilemiyor. Yani bu sefer de hep evde ama evdeki sorumluluğu yerine getirmiyor. Çünkü getiremiyor. Kişinin paraya ihtiyacı var, işe ihtiyacı var. Bu sefer de yani kaynaklardan bir tanesi ekonomik kaynak tatmin olmayınca diğerlerine geçemiyor. Burada mesela hep işte televizyonda uzmanları dinlediğimizde gazeteleri okuduğumda hep şunu diyorlar: ‘Sosyologlara çok iş düşüyor, psikologlara çok iş düşüyor, akademisyenlere çok iş düşüyor.’ İşte ben buna katılmıyorum. Sonuçta Bursa’yı göçe biz açmadık. Şehrin nüfusunu artıran, çoğaltan biz akademisyenler değiliz. Gece kondulaşmaya müsaade eden bizler değiliz. İşsizliği artıran da biz değiliz. Sonuç itibariyle bu kentlerin bu kadar büyümüş olması, kentin kalabalığında kaybolan insanların verdiği kente zararlar, yani aile ile ilgili sorunlar, ekonomik sorunlar, sosyal sorunların sebebi biz değiliz. Tabii ki bu sorunları çözme noktasında belediyelere ve yerel yönetimlere çok iş düşüyor. Yani devletin tüm birimlerinin işini hakkıyla yapması gerekiyor” diye konuştu.
“SUÇ ÖNLENEMEZ” AMA AZALTILABİLİR
10 yıl boyunca güvenlik bölüm başkanlığı da yaptığını söyleyen Doç. Dr. Melda Medine Sunay, “Son değerlendirme olarak ben 10 yıl güvenlik bölüm başkanlığı yaptım. 3 yıl Giresun Üniversitesi’nde, 7 yıl Uludağ Üniversitesi’nde 10 yıl özel güvenlik bölüm başkanlığı yaptım. 16 yıldır da suç sosyolojisi dersine giriyorum. Yani suç alanında 16 yıldır ders veriyorum. Suç önlenemez. Bu bir gerçek. Yani dünyada güvenlik sorunu var ve bu sorun devam edecek. Zaten dünyada güvenlik sorununun önlenmesi gibi bir ihtimal olsa ülkelerin pek çoğu iflas eder. Amerika geçimini silah satıcılığından kazanıyor. Zenginler geçimini uyuşturucu madde kaçakçılığından kazanıyor. Yani domates, biber satarak zengin olma ihtimali yok. Sözüm ona teknoloji üreterek de zengin bir tüccar olunabilir. Mesela bilgisayar ve cep telefonu üreterek iyi hâlli bir tüccar olunur. Ama ne zaman ki tank, silah, tüfek üretildiğinde üretilenin satılabilmesi için ortada bir ihtiyacın olması gerekir. İhtiyacın olması için de ortada bir güvenlik sorunu olması gerekiyor. Güvenlik sorunu sayesinde maalesef şu an zengin devletler var. Zengin devletlerin, zenginliklerini ve birinci sıradaki yerlerini başkalarına bırakmamak için oluşan bu sistemde güvenlik sorunu hep olacak maalesef. Çünkü dünya hümanizmle yönetilmiyor. Suçu sıfıra indiremeyebiliriz fakat suçu en aza indirmenin çözüm yollarını bulabiliriz” diye konuştu.
UZMAN PSİKOLOG BENGİSU BİNAY AKARSU:
“SOSYAL ÇÜRÜME VAR”
Son zamanlarda insanların neden bu kadar mutsuz ve sabırsız olduğuyla ilgili merak edilenleri konuştuğumuz Uzman Psikolog Bengisu Binay Akarsu, Kent Bursa Gazetesi’ne ‘suç işlemenin psikolojisi’ hakkında da önemli açıklamalarda bulundu.
Yaşanan herhangi bir ufak olumsuz olaya bile tahammülsüz davranıldığını belirten Uzman Psikolog Bengisu Binay Akarsu, insanların artık kendi hayatlarındaki mutsuzluğunun sebebi olarak başkalarının mutluluğunu gördüklerini söyledi. İnsanların başkalarının mutluluğuna tahammül edemediklerini de vurgulayan Akarsu, “ Sebeplerden biri de şu, insanlar artık kendi hayatlarında yaşadıkları mutsuzluğu, başkalarında mutluluk olarak görmeye başladıklarında o insanların da artık mutlu olmalarına tahammül edemiyorlar. Çünkü insanlar eskiden birbirlerini mutlu etmek için çabalarken şu an ‘ben mutsuzsam karşı tarafta daha mutlu olmamalı’ gibi bir ruh hâline büründüler. Bunun da sebebi ulaşılabilirlikle alakalı. Yani karşı tarafın ulaşabildiği şeye eğer ben ulaşamıyorsam bu bir süre sonra artık ben de bir özgüven eksikliği, depresif ruh hali yaratmaya başlıyor” diye konuştu.
SOSYAL MEDYA KULLANIMI
Sosyal medya takibi sırasında insanların hayatlarını izlerken bizlerde meydana gelen hisler hakkında da konuşan Uzman Psikolog Akarsu, “Sosyal medya çok önemli bir faktör. Nefretin ve bir takım olumsuz duyguların oluşması açısından. Çünkü orada insanlar kendilerini farklı hayat tarzlarında gösterdikleri için otomatik olarak kişiler de kendini sorgulamaya, belki yakın çevresini, ailesini, eşini ya da belki de kendi maddi durumunu sorgulamaya başlıyor. Bununla beraber gelişen bir gerginlik zaten var. Bir de tabii duyguyu kontrol etmek de o kadar kolay bir durum olmadığı için duygularımızın yoğun yaşanması ile birlikte bu olumsuz düşünce ve eylemlerin devam edeceğini söyleyebilirim” dedi.
SOSYAL ÇÜRÜMENİN BELİRTİLERİ
İzlediği suç haberleri üzerine de konuşan Psikolog Akarsu, “Bir de haberleri izlediğimde insanların bu suçları işlediklerinde çok da pişman olmadıklarını görüyorum. Bu korkutucu elbette. Eskiden pişmanlık, utanç ya da kafasını öne eğme gibi bir durum vardı. Artık bunların hiçbiri yok. İşte bu sosyal çürümenin en önemli belirtilerinden biridir. Tahammülsüzlüğümüz de buradan geliyor ve insanların birbirine olan tutumları da otomatikman değişmiş oluyor” diye konuştu.
Ailelerin artık daha bilinçli olduğunu da söyleyen Akarsu, “Temennimiz yeni yetiştirdiğimiz neslin aslında bunları Çok geride bırakarak daha iyi bir nesil olarak devam edebilmesi. Onun için de çabalamaya çalışıyoruz. Çok şükür ki artık aileler daha bilinçliler ve daha farkındalıkları yüksek. Ona göre çocuk yetiştirmeye çalışıyorlar. Peki, hala doğru ve yanlışı ayırmak da başaralı mı insanlar? Değil elbette. Aileler ülkeye yararlı olmayacak insanları yetiştirmeye devam ediyor. Bu dediğim bile çok etkili aslında. Yani çocuğun karakteri daha küçüklükten oluşmaya ve bazı sinyalleri vermeye başlar. Mesela: Kedilere zarar veren çocuk ya da böyle insan canına kıymet bilmeden bazı durumlarda zarar vermeye eğilimli olan çocuk. İşte bunlar ufak belirtilerdir. Fakat dikkate alınması gereken şeylerdir. Bunlardan yola çıkarak böylesi tepkiler veren çocukların ileride nasıl yetişkinler olacağını bazen tahmin edebiliriz” dedi.
BÜYÜK SUÇLAR, KÜÇÜK BOŞLUKLAR
Büyük suçlar işleyen yetişkinlerin, çocukluklarında mutlaka bir trajediye de rastlamanın mümkün olacağını belirten Psikolog Akarsu, “ Suçlu yetişkinlerin çocuklukları incelendiğinde mutlaka geçmişinde bir trajedi var. Ya annesi tarafından taciz uğramış, suiistimale uğramış, yalnız bırakılmış, itilmiş, ötekileştirilmiş, hep kenara itilmiş, ihmal edilmiş bir çocukluk var. Bu çocuğun yaşadığı olayda eksik kalan bir duygu var ya!!! Orada bir şey eksik kalıyor ve bununla büyümek zorunda kalıyor. O eksikliği bir şeyin tatminiyle gidermek lazım. İşte bazen insanlar bu boşlukları işledikleri suçlarla doldurabiliyorlar” diye konuştu.
‘ÜTOPİK MUTLULUK FORMÜLÜ’
Ütopik bir mutluluk formülü hakkında da konuşan Akarsu şunları dile getirdi: “Mesela ütopik bile olsa ‘bir mutluluk formülü’ çizmek istedim. Ülkemizdeki bu sıkıntıların azalmasına yönelik bir şey de olabilir. Şöyle bir şey diyebilirim. Bu arada bunu da çok sık dile getiririm: Ben şimdi ben duyguları ikiye ayırmıyorum. Yani olumlu ve olumsuz tabii ki ayrılması gereken zamanlar var ama şöyle düşün. Çok sevdiğin bir arabayı aldığında bu durum senin için bir süre sonra normalleşiyor. Bir kayıp yaşadığında da onunla beraber yaşamayı öğreniyorsun. Aslında mutluluk olarak gördüğün şey senin günlük yaşamda hissettiğin ufacık bir an bile olsa, o hisse tutunmak farklı bir durum. Bazen bu uzun sürmediği için ya da zaman zaman eski bizle kendimizi çok kıyasladığımız için şimdiki hissettiğimiz o sevinç ve mutluluğun tadını alamıyoruz. O yüzden önce kendimizi geçmişle kıyaslamamak yani geçmişteki bizle kıyaslamamak. Çünkü biz artık çok daha başka, daha tecrübeli ve farklı bir hayatı sürdüren insanlar olarak devam ediyoruz. Aylar önce düşündüğümüzü şimdi düşünmüyor olabiliriz, yani değişebilir ve farklı noktalara gelebiliriz. Bu konuyla ilgili ABD’de yapılan bir araştırma var. Diyor ki bu araştırma: ‘Bir sene içinde insanın sürekli değişim ve dönüşümü devam ettiği için bir özelliğine yenisini ekleyebilir. Yani hayatı boyunca brokoli yemeyen biri yemeğe başlayabilir. Hayatın boyunca öfkeli olan biri sakinleyebilir. Aslında burada mutluluğun formülünü açıklamaktan ziyade insanlar sevdiği ya da sevmediği şeyler ile ilgili bir takım değişim ve dönüşümlere gidebilir. Ve bu bizim motivasyonumuzu ve mutluluğumuzu etkileyebilir. Mutluluk peşinden koşmamızı gerektiren bir duygu değil olgunluk, ortamda ve anlarda yarattığımız bir duygu bütünüdür.”
Ceza Hukukçusu Mustafa Yılmaz:
“BURSA’DA CİNAYETLER ARTTI”
Kent Bursa Gazetesi’nin ‘Suç’ ile ilgili sorularını cevaplayan Ceza Hukukçusu Mustafa Yılmaz, cinayetler, davalar, cezalar ve sonuçları hakkında gazetemize önemli açıklamalarda bulundu.
Bursa’da işlenen cinayetlerin genel istatistiğini değerlendiren Ceza Hukukçusu Mustafa Yılmaz, yıllara göre değişiklik gösterse de Bursa’da ki cinayet vakaların azımsanamayacak düzeyde olduğunu söyledi. Özellikle son beş yıl hakkında konuşan Yılmaz, “Ekonomik kriz, sosyal baskılar ve bireyler arası gerilimler arttıkça, cinayet oranlarında da ciddi bir kıpırdanma gözlemliyoruz. Bu artış sadece sayısal değil, olayların sertliği ve türleri de çeşitleniyor. Eskiden daha çok “aile içi mesele” diye geçen olaylar varken, şimdi sokakta tanımadığın biriyle bile ölümcül bir tartışmaya girilebiliyor” dedi.
“GELİR SEVİYESİ DÜŞÜK YERLERDE CİNAYET ORANI YÜKSEK”
Cinayetlerin en sık işlendiği bölgeler hakkında da konuşan Hukukçu Yılmaz, sosyo-ekonomik faktörlerin etkiliği olduğunu da söyledi. Konuya ilişkin detaylı bilgi veren Yılmaz şunları aktardı: “ Gelir seviyesi düşük, eğitim imkânlarının kısıtlı olduğu bölgelerde cinayet oranları daha yüksek. Bursa’da da bu tarz mahallelerde hem bireysel silahlanma hem de çözülemeyen sosyal sorunlar cinayetleri tetikliyor. Bunu sadece para meselesi olarak da düşünmemek lazım; umutsuzluk da bir sebep.”
“BİRİKEN ÖFKE BİR ANDA PATLAR”
Cinayetlerin işlenme nedenlerinin en yaygın olanları hakkında da konuşan Yılmaz, şunları söyledi: “Cinayet işlenme nedenlerini çok farklı etmenlere dayandırabiliriz. Bu tür davalarda çok çeşitli nedenlerle karşılaşıyoruz. En yaygın olanları arasında kıskançlık, maddi sorunlar, alacak verecek meseleleri, namus anlayışı ve bazen de tamamen ani gelişen öfke patlamaları var. Psikolojik altyapısı ciddi olan birçok olayla da karşılaştım; biriken öfke bir anda patlıyor.”
BİREYSEL MOTİVASYONLARLA İŞLENEN CİNAYETLER ARTTI
En sık karşılaşılan cinayet motifleri hakkında detaylı bilgi veren Hukukçu Yılmaz, “Aile içi şiddet, kıskançlık, borç-alacak kavgaları ve boşanma sürecindeki anlaşmazlıklar başı çekiyor. Özellikle boşanma aşamasındaki eşler arasında yaşanan cinayet vakaları ne yazık ki oldukça sık. Son yıllarda “intikam” ya da “hak arayışı” gibi bireysel motivasyonlarla işlenen cinayetlerde de artış var” şeklinde konuştu.
POLİS-SAVCI-ADLİ MERCİLER ÜÇLEMESİ
Cinayet soruşturmalarında polis, savcı ve adli mercilerin belli aşamalarla çalıştığını anlatan Yılmaz, “Polis ilk aşamada olay yerini güvence altına alır, delilleri toplar, ifadeleri alır. Ardından dosya savcılığa gider, savcı olayın seyrine göre ya doğrudan iddianame düzenler ya da ek delil ister. Cinayet dosyaları titizlikle yürütülür çünkü en ağır cezalardan biri söz konusu. Ancak zaman zaman maddi imkânsızlıklar ve iş yükü, soruşturma kalitesini etkileyebiliyor” dedi. Cinayet davaların genellikle birkaç yıl sürebildiğini belirten Hukukçu Yılmaz, “Delil yoğunluğu, tanıkların temini, adli tıp raporları gibi birçok unsur süreci uzatıyor. Bir dava bazen 4-5 duruşmada biterken, bazen 10’dan fazla celseyi bulabiliyor” diye konuştu. Mahkemelerin cinayet davalarına yaklaşımı hakkında da konuşan Yılmaz, “ Mahkemeler bu tür dosyalarda oldukça hassas. Ancak hâkimlerin yorumu ve kanaati çok önemli. Sanığın pişmanlığı, sabıkası, olayın oluş şekli cezaya doğrudan etki ediyor. Mağdur yakınlarının talepleri ve kamuoyu baskısı da zaman zaman kararları etkileyebiliyor, bunu açıkça söylemek lazım” diye konuştu.
“TEK BİR SAĞLAM DELİL”
Cinayetlerde delilin olmazsa olmazlar arasında olduğunu da vurgulayan Yılmaz, “Delil olmazsa olmaz. DNA, parmak izi, balistik inceleme, olay yeri görüntüleri, tanık beyanları… Hepsi bir bütün. Ama bir şeyi net söyleyeyim: bir cinayet davasında tek bir sağlam delil bile davanın yönünü tamamen değiştirebilir. O yüzden detay çok önemlidir” diye konuştu.
“SANIK BİR BİREYDİR”
Cinayet zanlılarının haklarının da olduğunu söyleyen Hukukçu Yılmaz, şunları söyledi:
“Sanık da bir bireydir. En ağır suçlarda bile adil yargılanma hakkına sahiptir. Masumiyet karinesi esastır. İfade özgürlüğü, susma hakkı, müdafi ile görüşme hakkı gibi güvenceler Anayasa güvencesindedir. Ne kadar ağır bir suçla yargılanırsa yargılansın, bu haklar çiğnenemez.” Cinayetlerin önlenmesi için eğitimin çok önemli bir güç olduğunu belirten Yılmaz, “Eğitim en büyük önlem. Silaha ulaşımın zorlaştırılması da çok önemli. Bir diğer husus da öfke kontrolü ve psikolojik destek. İnsanlar artık duygularıyla değil, tepkileriyle öldürüyor. Aile danışmanlığı, arabuluculuk gibi mekanizmalar da yaygınlaştırılmalı” dedi.
BASIN VE CİNAYET HABERLERİ
Basında yer alan haberlerin bilgi vermekten çok infial yarattığını söyleyen Yılmaz, “Toplumu bilgilendirmek önemli ama linç kültürünü körüklemeden. Herkesin adil yargılanma hakkı var. Özellikle sanık hakkında hüküm verilmeden kamuoyunun yönlendirilmesi çok tehlikeli” şeklinde konuştu.
SANIK YA DA MAĞDUR AVUKATI OLMAK
Bir cinayet davasında sanık ya da mağdurun avukatı olmanın çok zor bir durum olduğunu ifade eden Yılmaz şunları söyledi: “ İkisi de çok zor, duygusal anlamda da hukuki anlamda da… Mağdur vekilliğinde ailenin acısını taşıyorsun, adalet duygusunu temsil ediyorsun. Sanık müdafiliğinde ise toplumun seni yargıladığı ama senin hukukun gereğini yapman gereken bir rolün var. Ben her iki tarafta da görev aldım. Her seferinde omzumda ayrı bir yük hissettim.”
DELİL YETERSİZLİĞİNDEN BERAAT…
Cinayet davalarında verilen cezalar hakkında da konuşan Yılmaz, “Kasten öldürmede genelde müebbet ya da ağırlaştırılmış müebbet cezası veriliyor. Haksız tahrik, iyi hal gibi nedenlerle indirim uygulanabiliyor. Ama özellikle son yıllarda, kamuoyunun da baskısıyla ağır cezaların daha sık verildiğini görüyoruz. Ve ayrıca Delil yetersizliği varsa ya da meşru müdafaa durumu sabitse beraat kararı verilebilir. Cinayet davası olması, illa ceza verilecek anlamına gelmez. Yargı bu konuda maddi gerçeğe ulaşmak zorundadır.