Tasarımın geleceği masada: Yapay zekâ mı, insan dokunuşu mu?

Tasarımın geleceği masada: Yapay zekâ mı, insan dokunuşu mu?
13.10.2025
A+
A-

  SEMA NUR ÇINAR / RÖPORTAJ

Kent Bursa Gazetesi olarak iç mimarlığın estetikten öte yaşamla kurduğu derin bağları, mesleğin dinamik dönüşümünü ve teknolojik gelişmelerle olan ilişkisini konuşmak üzere, genç ve vizyoner bir iç mimar olan Sevim Koçoğlu ile bir araya geldik.

Mekânların insan psikolojisi üzerindeki etkisini mesleğinin merkezine alan Koçoğlu, iç mimarlığa olan tutkusunu, mimarlıkla kurduğu bütünsel yaklaşımı ve yapay zekânın sektördeki yeri üzerine çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Sevim Koçoğlu, teknolojinin tasarımdaki rolünü yeniden tanımlıyor. Ona göre yapay zekâ, yaratıcılığı destekleyen bir yardımcı: “Asıl mesele, insanın dokunuşunu korumakta.”

Okurlarımız için kendinizden ve mesleki yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz?

Tabi ki! Ben Sevim Koçoğlu. Marmara Üniversitesi İç mimarlık bölümünden mezun oldum. Mesleki yolculuğum aslında bir tutkuyla başladı diyebilirim. Mekânların insan psikolojisi üzerindeki etkisine her zaman hayranlık duymuşumdur.

Mezuniyet sonrası ilk yıllarımda butik iç mimarlık ofislerinde çalışarak başladım. O dönem, kullanıcıyla doğrudan temas kurmanın ve detaylara dikkat etmenin ne kadar önemli olduğunu öğretti bana. Bu deneyimler, bugün tasarıma bakış açımı belirleyen en değerli adımlardan biri oldu.

Zamanla daha büyük ve kapsamlı projelerde yer alma isteğim arttı. Bu süreçte kendi çizgimi daha net yansıtabilmek için Muse Studio Design markasını kurdum. Muse, benim için sadece bir isim değil; ilhamı, dengeyi ve zamansızlığı temsil eden bir bakış açısı. Her projede, mekânın ruhunu anlamaya ve o ruha sadık kalarak modern, sıcak ve sade bir kimlik yaratmaya çalışıyorum.

Konsept oluşturulurken yatırımcı ve iç mimar açısından süreç nasıl işliyor?

Konsept süreci, aslında bir “ortak dil” oluşturma süreci. İlk adımda, müşterimle detaylı bir görüşme yaparak beklentilerini, hedeflerini ve bütçesini anlıyorum. Bu aşamada mekânın ruhunu ve kimliğini belirlemek adına bol bol soru sorarım. İlk etapta dinlemek ve anlamak en kritik nokta. Ardından, elde ettiğim bilgiler ışığında bir “konsept paftası” hazırlıyorum. Bu paftada mekânın genel atmosferini, renk paletini, malzeme seçimlerini ve mobilya tarzını görsel olarak sunarım. Kullanıcının geri bildirimleriyle konsepti olgunlaştırır, sonra da detaylı çizimlere ve 3D modellemelere geçerim.

Bu süreçte teknolojinin tüm imkânlarını kullanarak, müşterimin mekanı bitmiş haliyle zihninde canlandırmasına yardımcı olurum. Süreç boyunca iletişimi açık tutmak, projenin başarısını belirleyen temel unsur diyebilirim.

Mimarlık ve iç mimarlık birlikteliği sizin için ne ifade ediyor?

Mimarlık ve iç mimarlık birlikteliği benim için bir bütünün iki vazgeçilmez parçası demek. Bir bina ne kadar sağlam ve estetik olursa olsun, iç mekân düzenlemesi olmadan tamamlanmış sayılmaz. Mimarlık bir yapının iskeletini oluştururken, iç mimarlık da ona ruhunu, kimliğini ve yaşanabilirliğini kazandırır. Bu iki disiplinin uyumlu çalışması, ortaya gerçekten başarılı ve etkileyici projeler çıkarır. Ben bu iki alanın ayrılmaz bir bütün olduğunu ve birbirini tamamladığını düşünüyorum. Bununla birlikte şunu söylemeden geçemeyeceğim:

Maalesef, iç mimarlık mesleğinin Türkiye’de hak ettiği değeri ve konumu bulduğunu söylemek pek mümkün değil. Çoğu zaman “dekorasyoncu” ya da “süslemeci” gibi algılanıyor, oysa bizim işimiz bundan çok daha fazlası. Bir iç mimar, mekânın sadece görsel estetiğiyle değil, fonksiyonelliği, ergonomisi, aydınlatması, akustiği ve hatta psikolojisiyle ilgilenir. Yani mekânda yaşayan veya çalışan insanların hayat kalitesini doğrudan etkileyen bir mesleğimiz var.

​En büyük sorunlardan biri, mimarların kendi uzmanlık alanlarının dışına çıkarak iç mekân düzenlemelerini de üstlenmeleri. Bu durum, hem mimarlık hem de iç mimarlık mesleğinin sınırlarını bulanıklaştırıyor hem de projenin bütünlüğünü ve kalitesini olumsuz etkileyebiliyor. Mimarlık yapının dış kabuğunu, strüktürünü ve genel formunu şekillendirirken, iç mimarlık bu kabuğun içindeki yaşam alanını optimize eder. Bu iki disiplin aslında birbirini tamamlayan, ancak farklı uzmanlık gerektiren alanlardır. Nasıl bir doktorun her organa bakması beklenmiyorsa, bir mimarın da her iç mekan detayına hâkim olması beklenmemeli.

​İç mimarlar olarak biz, mekânın ruhunu yaratırız. Duvarların renginden mobilya seçimine, aydınlatma senaryosundan malzeme dokusuna kadar her detay, o mekanın kullanıcısı için bir deneyim sunar. Bunu sadece “dekorasyon” olarak görmek, mesleğimize yapılan büyük bir haksızlık. Oysa biz, mekanların kullanıcı deneyimini en üst seviyeye çıkarmak için teknik bilgi, estetik anlayış ve problem çözme becerimizi bir araya getiriyoruz.

Türkiye’de bu algının değişmesi için daha çok yol kat etmemiz gerekiyor. İç mimarlığın ne kadar kapsamlı, teknik ve yaratıcı bir alan olduğunu daha fazla anlatmalı, projelerimizle bunun en güzel örneklerini sunmalıyız. Belki o zaman, insanlar bizi sadece “renk ve mobilya seçen kişiler” olarak değil, yaşam alanlarımızı dönüştüren gerçek profesyoneller olarak görmeye başlar.

Modern yapıların içinde geçmişin izlerini taşıyan detaylar görüyoruz. Sizce bu, mimarinin geçmişle kurduğu sağlıklı bir bağ mı, yoksa bugünün estetik bir arayışı mı?

Modern yapılarda geçmişin izlerini taşıyan detaylara sıkça rastlıyoruz, evet. Bence bu, mimarinin geçmişle kurduğu sağlıklı bir bağdan ziyade, bugünün estetik arayışının bir yansıması. Geçmişin estetik değerleri, günümüz teknolojisi ve malzemeleriyle harmanlanarak yeniden yorumlanıyor.

Örneğin, geleneksel ahşap oymacılığı veya taş işçiliği gibi zanaatkâr dokunuşlar, minimalist bir estetik anlayışıyla ve çağdaş üretim teknikleriyle (örn. lazer kesim) yeniden yorumlanarak çağdaş mekanlarda kendine yer bulmaktadır.

Benzer şekilde, tarihi yapıların ikonik öğeleri olan yüksek tavanlar veya kemerli geçişler, modern mimarinin fonksiyonel ve estetik ihtiyaçlarına uyarlanarak günümüz projelerinde etkileyici birer tasarım öğesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür entegrasyonlar, mekâna sadece görsel bir derinlik ve “ruh” katmakla kalmayıp, aynı zamanda onun algılanan değerini ve uzun ömürlü estetiğini pekiştirmektedir. Bu sayede, tasarlanan mekânlar kısa süreli trendlerin ötesine geçerek, gelecekte de geçerliliğini koruyan ve eskimeyen bir kimlik kazanmaktadır. Bu yaklaşım, geçmişle gelecek arasında köprü kurarak, mimariyi daha katmanlı, ilgi çekici ve sürdürülebilir kılmaktadır.

Yapısal olmayan elemanların (mobilya, bölme duvarlar, asma tavanlar vb.) deprem anında risk oluşturmaması için tasarımda nelere dikkat ediyorsunuz?

Öncelikle, kullanılacak tüm elemanların sağlam ve güvenilir malzemelerden yapıldığından emin olurum. Montaj teknikleri de çok önemli. Mobilyaların duvara sabitlenmesi, bölme duvarların ve asma tavanların taşıyıcı sistemle doğru bir şekilde entegre edilmesi gibi detaylara büyük özen gösteririm. Bununla birlikte, acil çıkış yollarını engellemeyecek ve panik anında düşme riski oluşturmayacak şekilde yerleşim planlaması yaparım. Ayrıca kullanıcı alışkanlıklarını da göz önünde bulunduruyorum; çünkü güvenli bir mekân, sadece sağlam değil aynı zamanda bilinçli kullanılan bir mekândır ve güvenlik her şeyden önce gelir!

Yapay zekânın sunduğu hız ve görsellik, iç mimarlıkta özgünlüğü gölgeler mi? Yoksa tasarımcıya yeni bir ilham alanı mı sunar?

Yapay zekâ bence bir tehditten çok, güçlü bir araç. Yapay zeka, rutin ve tekrarlayan görevleri üstlenerek tasarımcıya daha fazla zaman kazandırabilir. Bu sayede bizler, yaratıcılığımızı daha özgün ve karmaşık projelere odaklayabiliriz. Hız ve görsellik anlamında büyük kolaylıklar sağlar ama özgünlüğü korumak yine insanın elinde. Önemli olan, yapay zekayı bir araç olarak görmek ve onu kendi yaratıcılığımızı geliştirmek için kullanmaktır. İnsan dokunuşu ve duygusu olmadan gerçek bir tasarım ortaya çıkmaz.

İç mimar Sevim Koçoğlu’nun anlattıkları, yaşam alanlarının insana temas eden, duygu ve kimlik taşıyan yapılar haline gelmesinde kritik bir rol oynadığını ortaya koyuyor. Gelişen teknolojilere rağmen tasarımın merkezinde hâlâ insan yaratıcılığının ve sezgisinin yer aldığına dikkat çeken Koçoğlu, iç mimarlığın geleceğine dair umut veren bir bakış sunuyor.

ETİKETLER: , ,
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.