Köprünün altındaki kırık hat
O, hayatı boyunca bir başlangıç noktası aradı.
Ama bulduğu şey, bir başlangıç değil; onunla kızı arasındaki onca yakınlığa, kurdukları o derin, arkadaşça bağa rağmen, kendi kalbiyle kızının kalbi arasında, kurdukları köprünün hemen altında uzanan görünmez bir kırık hattıydı. Bu, bir mesafe ya da sevgisizlik değildi; bu, kendi annesinin suskunluğunun bıraktığı, hükmü hâlâ süren bir vekâletnameydi.
Onun kronik huzursuzluğunda, affedilmeyi reddeden, kaynağı belirsiz görünmez bir kayıp sesi yankılanıyordu. O, annesinin yaşayamadığı hayatın kostümlü provasıydı; provası asla bitmeyen bir oyunun yorgun başrolü.
Doğum, bedenin takvime düşen bir tarihiyken; asıl varoluş, annenin kendi içindeki volkanı mühürlediği o ilk sessizlik ya da beklenenin aksi bir çok seslilik anında başlıyor.
Psikanalistler buna “aktarım” adını verdi. Oysa bu, ruhsal mirasın arızalı bir kabloyla iletilmesiydi. Öyle mi bu kablo, kusursuz görünen anne–kız ilişkisinin altından geçer; her şey yolundayken bile, aniden bir cızırtı bırakır.
O, annesinin sevmeden elden çıkardığı eşyaların, hayatta ilerlemesine engel olduğunu düşündüğü o derin bırakışın titreşimini taşıyordu. Annesi duygularını göğüs kafesinde ağır bir kilit altına aldı; o ise o kilidin sessizliğinin titreşimiyle büyüdü. Kendini büyüttü.
İyileşmenin o arızalı kablonun ucunu bulup kendi prizine takmak olduğunu keşfetti. Tekâmül, yalnızca kendine dönmek değildi; Olgunluk, en karanlık kuyularına indiğinde, kendi yansıması yerine annesinin gölgesini görme cesaretini göstermek ve kabullenmekti. Kurban rolüne girmemek, suç ve suçlu ilan etmemek kendilik yolculuğunda şefkatle devam edebilmekti.
Gerçekten de dostlar, insanın hikâyesi, kaç yaşında olursa olsun, bu sarsıcı farkındalıkla başlamalıdır.
Çünkü bu durum, yalnızca bir Freudyen miras değildir; modern bilimin epigenetik aktarım dediği, duygusal yükün genetik kodun üzerine çizdiği görünmez bir haritadır. Travma yalnızca zihinde saklanmaz; sessiz bir alarm gibi, hücresel hafızaya kazınır ve sonraki kuşağa taşıyıcı proteinler aracılığıyla aktarılır. Bu, annenin sustuğu her şeyin, bireyin biyolojik sorumluluğu hâline gelmesidir.
İşte bu yüzden, insanın tekâmül yolculuğu, yalnızca geçmişi onarmak değil; geleceğin kimyasını yeniden mühürlemektir. O zinciri kırmak zorundadır.
Artık bilişsel, somatik, bütüncül ve kuantum terapilerinin rehberliğinde, o arızalı kablonun titreşimini dindirmesi; kendisine ait olmayan kederi, kendisine ait olmayan yükü iade etmesi gerekir.
Çünkü insan, kendi hikâyesini gerçekten yazabilmek için, annesinin kitabındaki görünmez dipnotları silmek, eksik bırakılmış sayfaları kapatmak ve yeni bir bölüm açmak zorundadır.

