Kül olurken vicdanlar neredeydi?
Memleket günlerdir yanıyor.
Gökyüzü dumanla, yürekler isle kaplı. Ormanlar cayır cayır, hayvanlar can çekişiyor, insanlar evsiz kalıyor. Gözü yaşlı bir ülkenin sessiz çığlığı dört bir yana yayılırken, bazıları hâlâ tatil storylerinde, brunch masalarında, yeni sezon kıyafetlerinde.
Evet, hayat devam ediyor. Ama her şey bu kadar normalmiş gibi mi devam etmeli?
Bir yanda gece gündüz demeden yangın söndürmeye çalışan kahramanlar; yorgun ama kararlı.
Diğer yanda elinde kokteyliyle poz verirken “çok şükür yaz geldi” yazanlar…
Bu zıtlık yalnızca yaşam tarzı farkı değil, vicdan farkı.
Ülke olarak bir acının içindeyken, ekrana her bakışta kavrulan ormanları, alevlerin içine yürüyen gönüllüleri, küle dönen evleri görüyorken; hala sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmak, sadece duyarsızlık değil, toplumsal hafıza kaybıdır.
Empati kurmak, üzülmek, hatta belki elinden hiçbir şey gelmese bile bir durmak… Bu kadar zor mu?
Bir paylaşım yapmadan önce düşünmek: “Benim ülkem yanarken bu paylaşım yerinde mi?” diye sormak…
Bu yaz ne bronzluk kaldı ne de huzur.
Bu yaz, toprağın canı yandı.
Ve bazıları hâlâ plajda filtre seçiyorsa, mesele yalnızca yangın değil; mesele vicdanın ne zaman bu kadar yanmaz hâle geldiği.
Unutmayın, alevler sadece ormanı değil, ortak insanlığımızı da yakıyor.
Ve bazen hiçbir şey yapamıyorsak bile, susmak, durmak, saygı duymak da bir duruş olur…