Adaletin çöküş ritüeli: Rojin’in babasının acısıyla sarsılan vicdan
Tezkiye Serisi II
Bir babanın gözlerinden taşan acı, bir haftadır hepimizin kalbine düşüyor. Rojin’in babası… O yüz, artık bir ailenin değil, bir ülkenin vicdanıdır. Bir baba ağlıyor; yalnızca kızını değil, adaletin hatırasını da toprağa veriyor. Ve o sessizlikte yankılanan bir soru var: “Nerede bu adalet?”
Van’da bir yurt odasının kapısından çıkıp bir daha geri dönemeyen bir genç kadın… On sekiz gün sonra göl kıyısında bulunan bedeni, yalnızca bir ölüm değil; liyakatini yitirmiş kurumların, korkuyla susan adli yapıların ve kadın cinayetlerini “sistemin bekası” uğruna görmezden gelen düzenin aynasıdır.
“Boğulma” dediler. Oysa biz, bu ülkede o kelimenin altına gömülmüş yüzlerce gerçeği biliyoruz. Bu bir teşhis değil, bir örtbas tekniğidir. Adaletin üstüne her defasında yeni bir yalan seriliyor; ve biz, her defasında o yalanın altında başka bir kız çocuğunun sessizliğini buluyoruz.
Rojin’in bedeninde iki farklı erkeğe ait DNA bulundu. Bir yıl boyunca gizlenen, raporlardan silinen, aileye söylenmeyen bir bilgi… Bu bir ihmâl değil, planlı bir karartmadır. Bilim sustuğunda, adalet ölür; adalet öldüğünde, toplum kokuşur.
Hatırlayın, Diyarbakır’da Narin Güran’da da aynı ritüel uygulanmıştı. Fail serbest bırakılmış, kadınlar sokaklara dökülünce dosya yeniden açılmıştı. Adalet artık kendiliğinden değil, halkın öfkesinden doğuyor. Rojin’in davasında da aynı koku var; raporlar gecikiyor, deliller kayboluyor ve “kısıtlılık” kararı adı altında bir cinayet sessizliğe gömülüyor.
Bu ülkenin en büyük trajedisi, adaletin çöküşünü artık tören gibi izliyor oluşumuz. Her dava bir cenaze, her karar bir ritüel, her suskunluk bir ortaklık.
Rojin’in babası adalet isterken aslında hepimiz için dua ediyor: vicdanın hâlâ işe yaradığı bir ülke kalmış olsun diye. Ama zaman geçtikçe, bu dua da yankısını kaybediyor. Çünkü burada adalet, raporlarla gömülüyor; vicdan, unvanlarla susturuluyor.
Bu coğrafyada adalet arayışı, uzun süredir yalnızca delillerle değil, güç, unvan ve paranın gölgesiyle mücadele ediyor. Rojin’in davası, bizlere faili meçhul kalan her cinayetin, sadece ihmâl değil; aynı zamanda kara para aklayanların, zengin ailelerin ve dokunulmaz zümrelerin korunmasına dair yitirdiğimiz inancın bir yansıması olduğunu acı bir şekilde hatırlatıyor. Bugün vicdanımız rahat değil; çünkü biliyoruz ki, adalet sadece fakire ve güçsüze işlemiyor. Bu yüzden çığlığımız daha yüksek.
Ve ben… yıllarca içinde bulunduğum sistemin duvarlarında da aynı çöküşün izlerini gördüm. Bir kurumda, bir müdürlükte, bir makam odasında… Adaletin ve liyakatin yerini çoktan çürümüşlük, çıkar ilişkileri ve sessizlik almıştı. Bir makama nasıl geldiği belirsiz, sesi çok çıkan bir “şirret”in sözü, bütün bir emeğin, yılların, liyakatin üstüne çizgi çekmeye yetiyordu. O gün anladım ki bu ülkede çürüme, sadece adliyelerde değil; her binanın içinde, her masanın başında sessizce işliyor. Ve ben şahidim ki, en genelinden en küçük kurumuna kadar her yerde buna tanığız: kara düzene ya boyun eğer, onursuz yaşatır ve öyle büyütürüz; ya da baş kaldırır, bedelini sırtlayıp omurgalı bir duruşla var oluruz.
Ve biz, bu çöküşün tanıklarıyız.
Adalet ya Rojin’e gelir,
ya da bu ülke, bir daha doğrulamaz.