BU DÜNYADAN BİR HACI NAMİ ALTAY GEÇTİ
Bazılarının kıymetini kaybedilince anlarız. Bursa Çölyak Dernek başkanı Yusuf Altay’ın mısralarından merhum babasını tanıtacağız sizlere. Yusuf Altay, sosyal sorumluluklarını yerine getirmek için yaptığı çalışmalarla tanınan bir gönüllü kuruluş sevdalısı. Yakın zamanda kaybettiği babasını oğlu Yusuf Altay’ın anlatımıyla sunuyoruz.

DUYGU DOĞAN
“Mürsel’den olma Gevher’den doğma Nami Altay 1937 yılında Bursa’nın İnegöl ilçesi Karakadı köyünde dünyaya gelmiş.
Ata soyu Batum’un Ahıska bölgesindeki Namlıyavur köyünden.
Atalarımız, 93 Mübadelesi’nde İnegöl’e hicret etmiş Kestanealan, Karakadı, Erikli köylerinde yerleşke kurmuşlar.
Hacı Nami’nin babası boylu postlu civan mert bir yiğit imiş görenler endamından titrermiş ama çok sevilen sayılan bir Ahıskalıymış.
İşte Hacı Nami’nin hayatındaki zorlu meşakkatli günler O yiğit babanın bu dünyadan erken göçmesiyle başlamış.
Daha dokuz yaşındayken Nami babasını elim bir olayla ahirete yolcu etmiş.
Annesi Gevher, ablası Nuriye, kardeşleri Sami ve Yadigar’la yetimliği başlamış.
Gevher Hatun tam bir Osmanlı anası. Otoriter sağlam karakterli güçlü yapıya sahip bir kişilik yada hayat onu bu kıvama getirmiş olmalı ki evlatlarına yetimliklerini hissettirmeden evini evlatlarını çekip çevirmiş bir Anadolu Kadını.
Eşini genç yaşta kaybetmiş ama evlatlarının ve ahalinin yanında dimdik duran Ahorda Mandası’nın sütünü sağarken maniler söyleyip göz yaşı kovada süte karışmış. Mandası ise başını omzuna koyar ona eşlik edermiş.
Yaşı küçük Nami çabuk büyümek zorundaydı. Evin büyük erkeği olarak hayata erken başlamalıydı. Öyle de olmuş. Nami anasının sözünden çıkmadan canla başla çalışırmış.
Çokta atik bir delikanlı aynı babası gibi yiğit gözü pek dirayeti imiş. Zaten bu hali hayatına her daim rehber olmuştu.
Zaman akıp geçer ama hayat zor hele 1950’lerin Türkiye’si ve köy hayatı şartlar oldukça ağırmış. Artık yaş 17 olmuş ve yağız delikanlı Nami’nin evlenmesi yönünde büyükler fikir beyan etmişler.
Hacı Nami’nin hayatı 63 yıl yoldaşı olacak olan Ela gözlü Emine’siyle nasiplenir.
Emine de aynı Nami gibi yetimdir.
Babası Molla Mehmet İnegöl Akçapınar köyünde imamlık yaparken hani şu ezanların Türkçe okutulduğu zamanlarda hasta yatıyormuş. Ezanların normale döndüğü haberini alındığı gün hasta yatağından kalkamamış ve O da erken yaşta hakka yürümüş.
Hacer Hatun genç yaşta dört evladıyla bir başına kalmış. Kadir Emine Kazım Kıymet isimli dört kardeş yetimler.
Emine’nin çocukluğu hayatı daha meşakkatli geçmiş. Sahip çıkanı olmamış, dört yetimiyle evi de olmayan Hacer Hatun, hemen Karakadı’nın alt tarafındaki köyleri olan Bedre’deki kiremithaneye yerleştirilmiş.
Zaman içinde Kadir Hilmiye köyüne bekarlığa gitmiş. Kazım İstanbul’a akrabalardan biri alır Kıymet, evlatlık verilmiş. Bi çare Hacer evlenmek zorunda kalmış. Emine’yi yanında götürür ama oralarda duramayan Emine teyzesine sığınmış.
İşte nasip silsilesi o vakit denir ki!
İki yetimi everelim birbirlerine yoldaş olsun böylelikle Çakır gözlü Nami ile ela gözlü Emine’nin o meşakkatli zorlu ama sevgi dolu gayret fedakarlık dolu hayatı başlar.
Biri 17’sinde biri 14’ünde ama şimdiki neslin 30’u bile baş edemez onların fermanıyla.
Sırt sırta omuz omuza verir o çocuk diyeceğiniz yürekler, sabah ezanlar okunmadan kalkıp işe başlar bir taraftan hayvanlar bakılır, diğer taraftan tarlaya hazırlık yapılır, çorba kaynatılır, ipek böceği, tütün, tarlalar sürülür, ekilir biçilir azıklar yapılır yatsı ezanları okunur namazlar kılınır yatılır ve bu döngü hiç bitmez.
Hayatın çetin şartları başında erkeği olmayan hem ana hem babalık yapan Osmanlı evladı otoriter bir Anadolu Kadını zamanı böyle geçer.
Zaman böyle gelip geçerken hayatları acı üzüntüyle başlayan bu cefakarlar sınavları hep yenileri ile tekrar eder. O genç bedenler baba acısını, hasretlikleri yaşayamadan yenileriyle tanışırlar. Sırasıyla Güler, Nigar, Vildan, Zübeyde. Dört tane yavrularını Rabbe teslim ederler.
Hayat o kadar zor ve acımasızdır ki yaslarını tutmak bile mümkün değildir siz evladınızı toprağa gömdükten sonra hayvanlara bakmaya gittiniz mi?
Bu acıların yanında Mevlam yüzlerini güldürecek hayata sımsıkı sarılmalarını sağlayacak güzellikleri de eksik etmemiş.
Kara Mürsel’i, Çakır Veysel’i, çakır ama çilli Seviye’si, biricik Ayşe’si ve de küçük Yusuf’u dünyaya gelmiş.
Zaman geçmektedir acılar sarılmış kabuk tutmuş günler zorlu geçse de şükürlerinden vazgeçmemişler ve mutlu olmayı böyle bilmişler.
Hacı Nami ilkokulu üç sene okumuş, ruhunda gönlünde bir ticaret aşkıyla yanıp tutuşur ama anasına olan sevgi ve bağlılığından bir türlü söyleyemezmiş. Sonunda bir gün gönlündekini Gevher Hatun’a açarak rızasını istemiş. Gevher Hatun oğlunun çakır gözlerindeki inancı görür ve Ona şöyle der.
‘Oğul Rabbim seni iyilerle karşılaştırsın. Var git, ancak İşini güzel eyle, borcuna sadık ol, alacağına ince ol, tereyağından kıl çeker gibi iste, bugünün işini yarına bırakma’ diyerek yollamış.
Böylelikle Hacı Nami İnegöl’den Bursa’ya ilk ticaret deneyimine başlamak için Müteahhit lakaplı Hasan Amca’yla gider ve Duaçınarı’nda ortak kereste alıp satmaya başlarlar. Hasan Amca tecrübelerini Nami’ye aktarırmış. İlk tavsiyesi ‘Müşteri kapının arkasındadır, sakın dükkanı terk etme. Yemeğini bile içerde ye, namazını arkada kıl. Ola ki müşteri namazını görüp de alışveriş yapar ve de ola ki senin ticaretinde bir eksiklik olursa namazına laf ettirmeyesin’ der.
Ancak bu ilk ticari ortaklık çok uzun sürmez Hasan Amca İnegöl’e dönme kararı alır. Aralarında anlaşıp helalleşip ortaklığı bitirirler.
Sene 73/74 tür. Hacı Nami biçare boynunu bükmüş, ‘Nasibimiz Bursa’da bu kadarmış’ der yolun karşısına geçer. İnegöl otobüsünü beklemeye başlar.
İşte nasibiniz, kaderiniz ne ise onu yaşarsınızı düşünen Hacı Nami’nin yanına biri gelir selam verir. Bir de bakmış ki asker arkadaşı Kamil. Hal hatır sorulur Nami durumu anlatır ‘İnegöl’e döneceğim’ der. Kamil derki ‘Olur mu sen bu işi başarırsın yapma gitme etme’ derken yürürler ve sonunda Prof. Tezok Caddesi olacak olan 96 numaralı arsaya gelirler. O gün satın alınmak üzere konuşulur, yanındaki kaba inşaatlı dükkan kiralanır ve Hacı Nami’nin tek başına Bursa’daki ticari ve sosyal hayatı başlamış olur.
Azimle gayretle bir mücadeleye kardeşi Sami’yi de yanına alarak devam eder. Bu arada 75 yılında daha küçük Yusuf (bendeniz) kırk günlük iken Anası Gevher Hatun’la İlk Hac farızasını yerine getirmek için kutsal topraklara giderler. Bu yüzden Gevher Hatun Yusuf’u ‘Nasipli yavrum’ diye çok sever.
Senesine Gevher Hatun da hakkın rahmetine kavuşur. Artık Hacı Nami, Altay Sülalesi’nin ‘Baş Hamisi’ olmak zorunda kalır. Bu hamilik ömrünün son bulduğu günümüze kadar devam eder.
Sene 77, arsa inşaatı bitmiş ev hazır olmuş. Artık Hacı Nami ailesiyle beraber Bursa’ya taşınmış.
Her şey yolunda gitmekte işler bereketli Bursa’ya alışma turları derken Hacı Nami’nin yeni bir imtihanı başlar hayatla.
Tamda sağcı solcu akımları olduğu günlerdir.
Şöyle bir hatıratı oluşur. Bir sabah İsvendiyer Amca’nın kahvesine uğrar içerde bir masada sosyalist gençler oturmuşlar, Hacı Nami esnaf arkadaşlarıyla çay içmeye başlar. O sırada 14 yaşındaki oğlu Veysel çağırır ‘müşteri var’ der. Hacı Nami kalkar çay paralarını öderken o gençlerin çayını öder fark ettirmeden. Gençler bunu öğrenince dükkana gelirler ‘Niçin ödedin biz koministiz’ derler. Hacı Nami ‘Hayır sizler benim evlatlarımsınız size ben kominist demem’ der ve o gençler Hacı Nami’nin elini öperler asla dükkanına bir taş atmazlar, bir boya dahi değdirmezler.
Ülkesinde darbe olan Hacı Nami’nin kendi darbesi de yakındır.
Böbreklerindeki taş şikayetiyle yattığı hastane günlerinde Hacı Nami, iki yıl yataklarda, üç yıl da evinde büyük sınavlar verir. Hatta kırk kiloya düşüp büyük oğlu Mürsel’e vasiyet edecek duruma gelir. O günlerde Hacı Nami’nin dudaklarından bir dua ve adak dökülür.
‘Yarabbi eğer olurda sağlığıma kavuşursam gücüm yettiği zaman imkanların olursa bir cami, sağlık ocağı, kur’an kursu yaptırmak isterim’ der ve duası karşılık bulur ölüm döşeğinden sıhhatine uzun meşakkatli bir süreçten sonra kavuşur.
Tabi bu sıkıntılı süreçte Hacı Nami bir böbreğini yitirmiş ama kalan tek böbrekle hayata tutunmasını bilmişti. En büyük destekçisi yol arkadaşı yareni hemşiresi doktoru gözeteni kollayanı, hayat arkadaşı Emine’si olmuştu.
Emine Hatun’un fedekarlıkları saymakla bitmez, sayfalara sığmaz. Şefkatin merhametin gayretin sadakatin hanım olmanın adı olmuş Emine Hatun. Gerçi bu konularda ikisi birbirine sanki rakip olmuşçasına yarışmışlar herhalde. Zaten eş denince akla da bu gelmeli.
Sadece hayatlarından bir kesit anlatayım.
Uzun yıllar evlat hasreti çeken kardeşinin hasretini dindirmek için
Karı koca Yüce Rabbimden evlat dilerler ve Rabbim Emine ile Nami’nin duasına onlara bir evlat verir. Onlar da ciğer parelerini kardeşlerine emanet ederler ve kardeşleri de emaneti kendi ciğer paresi gibi bakar.
Ben kardeş sevgisini bu denli yaşama arzusunu onlarda gördüm.
Evet, Hacı Nami iyileşmiş hayata sımsıkı sarılmış Rabbine verdiği sözü tutmanın aşkıyla canla başla çalışmaya başlamış. Yıllar geçtikçe evlatları Mürsel’i sonra Veysel’i evermiş Seviye’sini Ayşe’sini gelin etmiş en son Yusuf’unu everince gönüllerinin bir tarafı tamam olmuş.
Torunlar sırayla gelmiş, mutluymuşlar çünkü evlatlarını hiç yanlarından ayırmamışlar bir tastan çorba içmeye devam etmişler.
Şimdi artık sıra Hacı Nami’nin aklından ve gönlünden çıkartmadığı Rabbine olan sözünü tutmaya gelmiş.
Ve Hamdolsun Hacıvat Mahallesi’ndeki Somuncubaba Camii ve Kur’an Kursu ile sağlık ocağını temelinden sonuna kadar maddi, manevi mücadeleyle yapılmasına vesile olmuş.
Hep Rabbinden istemiş Rabbi vermiş O da hep veren olmuş hatta emekli olmuş hiç maaş almamış Emine’sinin ricasıyla küçük oğlu Yusuf’una vermiş.
Emine Hatun öyle bir anne ki, öyle bir hanım ki eşinden aşağı kalmamış.
Tek mücevheri dünyalık bir çift küpesi olmuş varı yoğu evlatlara torunlara harcamış.
Dedim ya rakiptiler. Eşe dosta akrabaya yardım konusunda hep yarışmışlar asla dışarıda yememiş, ‘lokantaya vereceğime kasaptan alırım ailemle yerim’ demişler.
Emine’si geri kalır mı? Onun kitabında yok diye bir şey yoktu. Ne yapar ne eder sofrasına bir tas yemek koyardı.
Hacı Emine’nin cevizli lokumunu hepimiz özlüyor hala.
Tahsili olmasa da Hacı Nami hayatı alaylı yetişmiş, zorlukları tecrübe etmiş ve bu yüzden kapısına geleni asla boş çevirmemiş.
Bir gün biri geldi dükkana selam verdi, durumu arz ederek bir miktar borç istedi. Biliyorum Hacı Nami’nin üzerinde para yoktu karşıdan bir çay söyletti.
Müsaade istedi yan tarafa gitti geldi.
Kişiye istediği parayı verdi ve yolcu etti. Bir ders daha vermişti bana hayatta.
Evet, her şey yolundaydı şükür. İşler büyümüş, aile genişlemiş, Rabbine verdiği sözü tutmuş olmanın mutluluğu ile Hacı Nami boş durmayı sevmezdi. Şehri için, mahallesi, köyü için yapılacak ne varsa elinden geleni yapardı. Kapı kapı gezer, bir belediye, bir müftülük, bir karayolları, özel idare hiç durmaz, çok inatçı zor bir karakter istediğini toplum adına alana kadar durmadan koşardı.
Gel zaman git zaman Hacı Nami sınav zamanı gene başladı.
Bu mutluluğu yaşayacakken Kendi gibi çakır ona en çok benzeyen karakteriyle duruşuyla gözleriyle oğlu ciğer paresi Veysel’ini babasının vefat ettiği 36 yaşında elim bir kaza ile kaybetmişti.
Bu ona, o güne değin yaşadığı sınavların en ağılarındandı.
Baba isminin anlamı o gün öğrenmiştik. Cenaze günü taziyeler veriliyor herkes perişandı. Çünkü Veysel’i çok seviyorduk, ama Hacı Nami dimdik, vakur bir şekilde gözünde yaş yok, ‘Rabbimden geldik, Rabbinize döneceğiz’ diyordu.
Yıllar sonra Emine Hatun anlatmıştı. Bir sabah köydeki evin balkonundan dua ederken gizlice ağladığını gördüm diyor. Veysel’in vefatı Hacı Nami’nin köye dönmesine vesile olmuştu.
Yaş 68’den sonra tarlaya bahçeye veriyor kendini tabi bahane hepimiz gibi Veysel’imizi çok seviyordu.
Orada da köy yolları köprüler yaptırarak mücadeleye devam etmekteydi.
Hacı Nami Altay denince akla ilk gelen sılayı rahim denir.
Hiçbir zaman düğün, cenaze, bayram, kandil geldiği an, küçük büyük demez, gider gelir, arar sorar, hiç üşenmez çok mutlu olurdu.
Eşi dostu misafir etmeyi çok severdi.
Hatta Emine Hatun’la tartıştığı tek konu habersiz misafir davetleri olurdu.
Emine Hanım’ın derdi de, ayıp olur, misafiri mutlu edememe telaşından başka bir şey değil aslında.
Ha birde en büyük kavgaları evlatları için olurdu. Özellikle küçük Yusuf’ları yüzünden.
Ne olursa olsun 63 yılda hiç küstüklerine şahit olunmayan ender bir çiftten bahsediyoruz.
Evet o muhteşem zor, meşakkatli ama sevgi dolu yılların sonunda ayrılık vakti gelir. Hacı Nami, kendisine göre ruhen daha çok yorulan Emine’sine veda etmek zorunda kalır.
Emine Hatun (annem) 2018 yılı ocak ayında Hakka yürür.
Aslında Hacı Nami’nin dünya telaşı neşesi kalmamıştı ama ne çare, hayat devam ediyordu.
Peygamberimiz Hz Muhammet (S.A.V.)’in hadisi olan ‘bugün kıyamet kopacak olsa elindeki fidanı dikin’
sözünü rehber edinmiş, son güne dek toprağına emek vermişti.
Emine’si olmadan geçireceği üç yılda mümkün mertebe sılayı rahime devam etti, ara ara evlatlarına vasiyet eder gibi tavsiyeler sundu.
Bir kaç arzusu kalmıştı O’nu da evlatları olarak bizler tamamlayacağız.
Ömrü hastalıklarla geçen Hacı Nami bu yüzden hastalıkla ilgili konuşmayı sevmezdi. Sağlığına çok dikkat ederdi. Doktorlara hemşirelere ayrı bir sevgi, saygı, muhabbeti vardı.
Emine Hatun’u kaybettikten sonra üzüntüsü midesine vurmuş, kitle oluşmuş onu da her daim dua ettiği genel cerrah Emine Hanım’ın yaptığı başarılı bir ameliyatla sağlığına kavuşmuştu.
Son senesinde tüm dünyayı esir alan malum salgın O’nu moral olarak çok yıpratmış. Evden çıkamamak hayatı hep mücadele ile geçen biri için büyük bir ceza gibiydi. Ama O şükründen vazgeçmedi.
Hangi baharda doğduğunu bilmediğimiz ama sonbaharını yaşayan Hacı Nami Altay bu dünyadaki son günlerini, ‘Rabbim düşürmesin ama eksikte etmesin’ dediği hastanede küçük Yusuf’uyla geçiriyordu. Asla Rabbine isyan etmediği gibi hemşiresine doktoruna koğuştaki hastalara dua ile geçirecek hiç bilincini kaybetmeden arada sevgili Hanımı Emine’sine seslenecek son gününde bile ayağa kalkma mücadelesi verecek yoğun bakıma gitmeden önce gelen hemşirelere ‘Allah gönlünüzün muradını versin’ diye dua ediyordu. Sonra En Sevgilisi Hz Allah (cc)’ına kavuşacaktı.
Bizlerde Rabbimize Hamdü Senalar ediyoruz ki; hayatı İmanlı ihlaslı gayretli cefakar fedakar Hakka hizmet eden Bir anne ve babamız olduğu için ve onların emanetlerine vasiyetlerine sahip çıkmak için hatıralarını yaşatmamız boynumuzun borcudur.”
Yusuf Altay anne babasının yaşamını özetledikten sonra şiire olan tutkusu ile babasının isminin baş harfleriyle söylediği bir dörtlük döküldü dudaklarından.
Nede güzel bir adın
Asla dinmedi hak için inadın
Melekler olsun kolun kanadın
İsminde gizli senin lakabın!