Orta Doğu’da tehlikeli satranç

SEMA NUR ÇINAR
Orta Doğu’da sarsıcı etkiler yaratan İsrail-İran çatışmasına dair süreci değerlendiren Bursa Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Furkan Polat gerçekleştirdiğimiz bu özel röportajda çarpıcı analizlerde bulundu.
Polat, İsrail’in saldırgan tutumunun çatışmanın temel nedeni olduğunu vurgularken, hava savunma sistemlerinin mutlak üstünlük sağlamadığını, son gelişmelerin bölgede büyük güçlerin devreye girmesiyle daha derin bir insani krize kapı aralayabileceğini ifade etti. Çatışmaların mevcut yoğunluğunun görece sınırlı kalmasına rağmen, ilerleyen süreçte daha karanlık bir tabloya evrilme riskinin artabileceğini belirtti.
İsrail İran çatışmasının nedenine bakıldığında altında yatan temel sebebin İsrail’in saldırganlığı olduğunu ve bunu üç temel nedene bağladığını söyleyen Polat,“Burada sorulması gereken soru şu: İsrail neden saldırgan davranıyor?
1.İsrail ile İran arasındaki askeri dengenin büyük oranda İsrail lehine olduğu gerçeğidir. Özellikle iki devlet arasında baktığımız zaman İsrail’in askeri olarak İran’dan çok daha üstün bir kapasiteye sahip olduğunu görüyoruz.
2.İsrail’in savaşma arzusunun İran’la kıyaslandığında daha fazla olduğu, savaşın kendi lehine sonuçlar üreteceğini düşünmesi. Bu savaşma motivasyonunun İsrail’i özellikle İran’a yönelik saldırganlığa iten ikinci bir faktör olarak söyleyebiliriz. Bu ne anlama geliyor? Bu saldırılar başladıktan sonra ve öncesinde de sürekli olarak, İsrailli karar alıcılar, İran toplumunun bölünmüş bir toplum olduğu, mevcut İran rejiminin büyük oranda İran toplumu tarafından dışlandığı yönünde bir algıya sahipti. Aynı zamanda İsrail’in ülkenin çeşitli bölgelerinde faaliyet gösterebilecek istihbari gücü de vardı. Dolayısıyla bu faktör açısından baktığımız zaman İsrail, İran’la yaşayacağı bir savaşta kendi toplumunun ve yönetiminin rakibine nazaran daha motive olduğu kanaatindeydi.
3.İsrail’i tek başına bir devlet olarak düşünemeyiz çünkü çok güçlü müttefikleri var. Başta ABD olmak üzere batılı pek çok ülke tarafından hem askeri, hem ekonomik olarak desteklenmekte. Dolayısıyla İran’la kıyasladığımız zaman müttefikler bazında ve hatta ittifak ilişkileri bazında çok ciddi bir avantaja sahip. İran’ın olası bir savaşta yalnız kalacağına dair beklentileri söz konusu. O nedenle bu üç faktörü bir arada düşündüğümüzde, askeri kapasitesinin birebir de İran’dan çok daha fazla olması, savaşma motivasyonunun İran’dan fazla olması, hem toplumsal destek bazında hem de yönetim bazında çok daha motive olması ve son olarak da müttefikler açısından İran’la İsrail’i kıyasladığımız zaman İsrail’in daha avantajlı bir durumda olması doğal olarak İsrail bir saldırganlığa itiyor. Tüm bunlara bakıldığında İsrail’in saldırganlığı ve bu konulardaki algıları savaşın temel sebebi olarak söylenebilir”dedi.
İSRAİL’DE ŞOK ETKİSİ
İsrail hava savunma sistemleri açısından İran’la kıyaslandığında önemli bir kabiliyete sahip olsa da özellikle birkaç haftada yaşanan çatışmalarsöz konusu kapasitenin aşılamayacak bir boyutta olmadığının vurgulayan Polat, “Bu delinen kapasite İsrail’de şimdilik bir şok etkisi yaratmış durumda ki buna istinaden de hızlıca başta Amerika olmak üzere diğer ülkeleri kendi tarafına çekmeye, müttefiklerinden daha fazla yardım talep etmeye başladığını görüyoruz. Bu savaş sadece İsrail ile İran arasında sınırlı kalacak bir savaş değil. Özellikle büyük güçlerin de dâhil olmasıyla birlikte bölgesel bir savaşa evrilme riski oldukça yüksek. Tabii burada Lübnan, Suriye, Irak veYemen’i belirleyici aktörler olarak kabul etmiyoruz. Ancak savaşa küresel çapta bir angajman söz konusu olursa bunun bölgedeki etkileri giderek artacaktır. Bir takım insani krizlere yol açma ihtimali oldukça yüksek. İran’ın 90 milyona yakın bir nüfusu var. Eğer ABD buraya gerçekten çok ciddi bir angajman uygulamaya başlarsa İran’da da bir takım insani felaketlerin yaşanma ihtimali oldukça yüksek” diye konuştu.
İKİ ATEŞ ARASINDA
Savaşın yoğunluğu büyük güçlerin dâhil olmasıyla giderek artarsa, özellikle insani felaketleri beraberinde getirebileceğinin önemli bir faktör olduğunun altını çizen Polat, “Aynı zamanda bu Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır gibi diğer bölgesel aktörler için de birer tehdit oluşturuyor. İsrail tarafına baktığımız zaman bu savaşın meşrulaştırıcı söylemi genel itibariyle İran’ın elde etmeye çalıştığı nükleer kapasite. İsrail buna çok vurgu yapıyor. Bunun hem bölge hem de dünya için bir tehdit olduğunu sürekli olarak dile getiriyor. BinyaminNetanyahu1995 yılından bu yana düzenli olarak İran’ın bu yöndeki çabalarını çeşitli platformlarda dile getiriyor. Ancak bu İsrail-İran’a yönelik saldırganlığı meşrulaştırma çabasının bir sonucu. Realitede bir karşılığı yok. Gerçekte nükleer silahlar bir saldırı silahı değildir. Tam aksine devletlerin kendi güvenliğini garanti altına alan bir savunma kapasitesidir.Uluslararası sistemde şuan 9 tane nükleer silah türüne sahip olan devlet var. Ancak bunlar zaman zaman çeşitli krizler yaşasa da bunları birbirlerine karşı bir saldırı silahı olarak kullanmıyorlar. En yakın örneği geçtiğimiz aylarda yaşanan Hindistan-Pakistan arasındaki çatışma. Her iki ülkede birer nükleer güç olmasına rağmen sınırlı bir sürede konvansiyonel kapasitelerini kullanarak birbirlerine mücadele ettiler. Her iki tarafında nükleer silaha sahip olması olası bir nükleer savaşa yol açma riski barındırdığı için, geri adım atarak anlaşmazlıkları diplomasiyleyani daha barışçıl yollarla çözmeyi tercih ettiler.Dolayısıyla nükleer silahların karşılıklı olarak iki tarafta yer alması istikrar bozucu değil, tam tersine istikrar ve barış sağlayıcı bir faktör oluyor. Çünkü taraflar birbirleri arasında yaşanan sıcak çatışmaların nükleer savaşa dönüşeceği korkusuyla bu tür çatışmalardan uzak durmaya çalışıyorlar. Bu sebeple salt İran-İsrail rekabeti açısından değerlendirecek olursak, İran’ın nükleer silah elde etme çabası iki ülke arasında barış ve istikrarı test edecek bir faktör olarak düşünülebilir. Tabi bu sadece bölgenin İran ve İsrail’den oluştuğu anlamına gelmiyor, bölgede başka aktörler de var. Başta Türkiye olmak üzere bölgede İran’ın da zaman zaman sergilemiş olduğu yayılmacılıktan rahatsızlık duyan ülkeler için ciddi bir tehlike oluşturuyor bu durum. Ancak tabii burada tercih edilmesi gereken şey askeri bir harekâtla İran’ın bu kapasiteyi elde etmesini engellemek değil, bunun barışçıl yollarla özellikle Birleşmiş Milletler’in de ara buluculuğuyla veyahut bir takım büyük güçlerin müdahil olmasıyla sağlanabilecek bir barış anlaşması” olduğunu ifade etti.
SAVAŞIN YIKICILIĞI TÜM BÖLGEYİ ETKİLEYEBİLİR
Savaşın yoğunluğunun şuan ciddi bir boyuta ulaşmadığından ancak her geçen gün daha karamsar bir tablonun ortaya çıkma ihtimalini arttırdığından bahseden Polat, “ABD Başkanı Donald Trump çok sık dile getiriyor, Amerika ile İran arasında bir süredir bir nükleer müzakere süreci yürütülüyordu, dolayısıyla bu müzakerelerle İran’ın nükleer kapasite inşa etme serüveninin sınırlandırılması veya sonlandırılması diğer bölgesel aktörler açısından da tercih edilen bir durum. Aksi halde savaşın yıkıcılığı bütün bölgeyi etkileyecek potansiyele sahip.İsrail ile İran arasında şimdilik insani trajedilere yol açacak bir saldırganlık söz konusu değil. İsrail daha çok stratejik noktaları vuruyor. Buna karşılık olarak İran balistik füze kapasitesine başvurarak İsrail’e cevap veriyor. Bu şekilde ilerliyor. Şu an savaşın yoğunluğu önemli bir noktaya, ciddi bir boyuta ulaşmış değil. Ama her geçen günde daha karamsar bir tablonun ortaya çıkma ihtimali artıyor. Özellikle büyük güçlerin dahil olma olasılığı ortaya çıktıkça savaşın da yaratacağı olumsuz etkilerin daha fazla olması bekleniyor. Burada benim gördüğüm kadarıyla iki senaryo var:
- Bunlardan birincisi Trump’ınçabaları sonucunda tarafların bir barış anlaşmasıyla veyahut bir müzakereyle bu çatışmaları sonlandırması. Bu en iyi ihtimal! Bu sadece iki ülke arasındaki ilişki veyahut Amerika’nın genel itibariyle dünya siyaseti açısından olumlu sonuç doğuracak bir durum. Aynı zamanda diğer bölgesel aktörler açısından da oldukça tercih edilir bir senaryo.
- İkinci bir senaryo ise Amerika’nın İsrail lehine savaşa müdahil olması ve İran’a yönelik ağır bir bombardıman ve belki de bir işgale yol açacak bir saldırganlık içerisine girmesi. Bu oldukça tehlikeli bir senaryo! Sadece İran açısından değil, aynı zamanda bölgesel aktörler açısından da çok tehlikeli sonuçlar doğurabilecek senaryo. Eğer ABD ve İsrail koalisyonu karşısında yalnız kalmış bir İran söz konusu olursa bu sadece İran’ın nükleer kapasite elde etme çabasına son verme değil aynı zamanda oradaki rejimin de değiştirilmesi anlamına gelecektir. Ayrıca ABD’nin tüm unsurlarıyla savaşa dâhil olması diğer bölgesel aktörlerin de içine çekileceği geniş bir çatışma alanına yol açabilir. Eğer ABD sadece hava unsurlarıyla sınırlı bir müdahale gerçekleştirir ve İran’ın nükleer tesislerini hedef alırsa, bu durum İsrail’i tatmin edebilir ve süreç önce ateşkes sonra yeniden müzakerelerin başladığı yeni bir evreye dönüşebilir. Yine de bu iki aktör arasında oldukça kırılgan bir barış anlamına gelecektir.
Bu durumda özellikle bölgede diğer Amerikan müttefikleri bundan çok ciddi rahatsızlık duyacaktır. Eğer İran, Amerika güdümünde veyahut Amerika ile yakın ilişkiler olan bir müttefik ülkeye dönüştürülürse diğer ülkelerin stratejik önemi azaltacaktır. Bu sadece bombardımanla değil kara harekâtıyla sağlanacak bir senaryodur ve şimdilik bunun uzak bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz. Tabi bu senaryoya İran toplumunun buna nasıl cevap vereceği şimdilik meçhul. Orada rejimi destekleyen önemli bir kesim var. Buna karşın rejim karşıtları da söz konusu. Dolayısıyla farklı etnik grupları, mezhep gruplarını içinde barındırdığını düşünecek olursak İran’da Irak’a benzer bir senaryonun ortaya çıkma ihtimali oldukça yüksek. Yani bir iç savaşa evrilmesi ya da ülkenin bölünmesi oldukça muhtemel. Bu sebeple ilerleyen safhalarda istikrarlı bir İran sağlamak oldukça zor olacak” şeklinde konuştu.
AMERİKA’NIN ALACAĞI KARAR OLDUKÇA ÖNEMLİ
Amerika’nın savaşa dâhil olduğu bir senaryoda söz konusu savaşın Çin açısından büyük bir fırsat olduğunu düşünen Polat, “Bu noktada Amerika angaje olursa acaba diğer büyük güçler de bu savaşa taraf olurlar mı şeklinde bir soru ile karşı karşıya kalıyoruz. Bir haftalık bölümdeRusya’dan ve Çin’den gelen sinyaller bu büyük güçlerin Amerika karşısında bu savaşa taraf olmayacağı yönünde. Amerika’nın savaşa dâhil olduğu bir senaryoda söz konusu savaşın Çin açısından büyük bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Çünkü Çin özellikle Körfez bölgesindeki enerji kaynaklarına oldukça bağımlı olan bir ülke. Dolayısıyla İran olası rejim değişikliğiyle Amerika’nın etkisine geçecek olursa bu durumda bölgede Amerika’nın tam hâkimiyetinden bahsetmiş olacağız.Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Kuveyt, Katar, Irak ve son olarak da İran’da bu halkaya katılmış olacak. Oldukça stratejik olan bu bölgenin kontrolü tamamıyla Amerika’nın hegemonyasına girmiş olacak. Bu da Çin’i rahatsız edecek bir durum. Diğer büyük güçlerin dâhil olma ihtimali de bir taraftan, eğer Amerika dâhil olacaksa savaşa, barış olasılığını da arttıracaktır. Çünkü diğer türlü ortada çok ciddi bir dengesizlik olacak. Bir tarafta ABD ve İsrail, diğer tarafta zaten hali hazırda asker olarak dezavantajlı durumda olan İran. Dolayısıyla bu dengesizlik hali savaşın dozunu arttıracaktır. Ama bir denge sağlanırsa barışçıl görüşmeler, müzakereler daha fazla ivme kazanacaktır” dedi.
ABD DOĞRUDAN SAVAŞA KATILMAYARAK İSRAİL’E YARDIM EDİYOR
Savaşın kürseler etkilerinde büyük güçlerin ne yapacağının oldukça belirleyici olduğundan bahseden Polat sözlerine şöyle devam etti:“ABD Başkanı Donald Trump’tan çok çelişkili açıklamalar geliyor. Bir gün müdahale edeceğini söylüyor ertesi gün bunu yalanlayan başka bir açıklama yapıyor. Henüz orada bir belirsizlik var, netlik yok. Tabii ki İsrail’e doğrudan savaşa katılmayarak da yardım ediyor. Ama doğrudan savaşa taraf olma ihtimali şimdilik belirsizliğini koruyor. Eğer ABD, İsrail lehine topyekûn savaşa taraf olursa, bahsettiğim diğer uluslararası aktörlerin de savaşa girme olasılığı artar. Dolayısıyla bu bağlamda büyük güçlerin vekil aktörleri olarak bu iki ülke arasındaki mücadele devam eder diyebiliriz” açıklamalarında bulundu.
DOĞRUDAN-DOLAYLI ETKİLENEN ÜLKE: TÜRKİYE
Türkiye’nin meselenin sulh ile çözülmesinden yana olduğunu vurgulayan Polat, “Türkiye sürecin başından itibaren hem İsrail’in saldırganlığından hem de İran’ın nükleer kapasite inşa etme çabasında rahatsızlık duyuyor. Sorunun barışçıl yollarla çözümünden yana net bir politika izliyor. Yani meselenin sulh ile çözülmesini destekliyor. Tabii bu politikada Arap baharının da yaratmış olduğu tecrübe oldukça etkili. Çünkü biliyorsunuz bölgemizde yaşanan çatışmalardan doğrudan ve dolaylı olarak en fazla etkilenen Türkiye diyebiliriz. Hem insani trajedilerden etkilendi hem de otorite boşluğundan istifade ederek yükselişe geçen terör örgütlerinin varlığından etkilendi” şeklinde konuştu.
TÜRKİYE ‘KARAKOL GÖREVİ’ GÖRÜYOR
Giderek güçlenen silahlı grupların artık devletlerin yerini aldığını ve bu durumların Türkiye açısından önemli bir tehlike oluşturduğundan bahseden Polat sözlerine şöyle devam etti: “Başarısız devletlerin sayısı arttıkça Orta Doğu’da bir terör sorunu ortaya çıkıyor. Yani giderek güçlenen silahlı gruplar devletlerin yerini alıyorlar ve bunlar Türkiye açısından bir tehlike oluşturuyor. O nedenle Türkiye, İran’da bir rejim değişikliğinin konuşulmasından veyahut bunun ihtimalinden oldukça rahatsızlık duyuyor diyebiliriz. Çünkü İran’da yaşanacak Irak benzeri bir durum, Türkiye’nin güvenliğini çok ciddi bir şekilde etkileyecektir. Diğer taraftan, yine o senaryolar üzerinden gidecek olursakeğer ABD, İsrail bu savaşta galip gelir, İran’da da bir rejim değişikliği sağlanırsa ve burada batı yanlısı bir yönetim olursa, Türkiye’nin dünyanın geri kalanıyla yani Amerikan ittifak sisteminin dışında bulunan, Amerika’nın tehdit olarak gördüğü büyük güçlerle mücadeledeki stratejik konumu zayıflayacaktır. Türkiye NATO içerisinde tabiri caizse bir karakol görevi görüyor. Hemen yanı başımızda Amerika’nın büyük düşman olarak gördüğü bir İran var. Amerika ile ilişkileri iyi olmayan Pakistan var. Diğer tarafta da Amerika’nın en büyük rakibi olan Çin var. Coğrafi ve jeopolitik konum olarak bu hattın sınırındaTürkiye var. Eğer İran’da bir rejim değişikliği yaşanırsa Türkiye’nin jeopolitik öneminin azalacağı kanaatindeyim. Tabi bunların her biri bir senaryo, ihtimal üzerine konuşuyoruz, şimdilik uzak bir ihtimal gibi görünüyor. Onun dışında Türkiye savaşın başından itibaren dediğimiz gibi hem İsrail’in saldırganlığına karşı çıkan, ona yönelik ciddi eleştirilerde bulunan bir pozisyon takip ediyor. Hem de bir taraftan sorunun daha fazla büyüyerek ortaya çıkacak insani trajedilerden etkilenme olasılığı olduğu için de bundan ciddi rahatsızlık duyuyor. Türkiye meselenin barışçıl yollarla çözümü konusunda ısrarlı olacaktır. Esasen bu savaşın kazananı yok diyebiliriz. Hâlihazırda bir haftalık bir süreçte bile bir yıpratma savaşına dönüştüğü çok aşikâr. İran çok ciddi darbe aldı bu savaştan. Savaş öncesinde de zaten İsrail büyük oranda Lübnan’da Suriye’de ve Filistin bölgesinde İran’ın etkisini ciddi anlamda kırmıştı. Dolayısıyla İran’ın bölgedeki etkinliğinin bu savaşa gelene kadar zaten kırıldığını görmüştük. Diğer taraftan İran’ın güvenlik konusunda çok ciddi zafiyetlerinin olduğunu gördük. Ülke içerisinde İsrail ajanlarının cirit attığına şahit olduk. İran’ın kendini savunacak bir savunma mekanizmasının veyahut stratejisinin olmadığını gördük. Dolayısıyla İran’ın çok ciddi yara aldığını ve bunun ciddi bir toparlanma sürecine ihtiyaç duyduğunu söyleyebiliriz” ifadelerine yer verdi.
İSRAİL İÇİN ÖNEMLİ KAYIP
Son günlerde yaşanan çatışmaların İsrail’in asla işgal edilemeyecek bir ülke görüntüsünün ortadan kaldırıldığını ve bu durumun İsrail için önemli bir kayıp olduğuna değinen Polat, “Diğer taraftan geçtiğimiz yıl Nisan ayında İsrail’in Şam’da İran Büyükelçiliği’ne yaptığı saldırı sonrası İran’ın bir misillemesi söz konusu olmuştu. Sonrasında Haniye’nin İran’da İsrail saldırısıyla ölmesi sonucu yine İran’ın bir misillemesi olmuştu. Son haftalarda da yaşananlara baktığımız zaman İsrail’in çok güvenli, ciddi bir hava savunma sistemine sahip olan, asla vurulamayacak bir ülke görüntüsünün ortadan kalktığını söyleyebiliriz.Şu ana kadar bölgede İsrail’e bu denli bir operasyon veya saldırı gerçekleştirmiş bir ülke söz konusu değil. O nedenle bu da İsrail’in kendine denk sayılabilecek bir aktörle savaşında ciddi yaralar alacağını göstermesi açısından önemli. Ama ben bu savaşta kazanan bir tarafın olacağını düşünmüyorum. Zaten kabaca birbirine denk güçler arasındaki savaşlar genelde yıpratma savaşlarına döner. Yani burada kim ne kadar kazanır değil de kim ne kadar sürede daha fazla kaybeder diye sormalıyız. Kayıplar üzerinden hesaplar yapılır. Bu konuda tabii Amerika’yı işin dışında tutuyorum. Amerika doğrudan müdahalede bulunursa bambaşka bir senaryo ortaya çıkar. Ama mevcut durum devam ederse iki tarafın birbirini sürekli olarak yıprattığı bir mücadele ile karşı karşıyayız diyebiliriz. Durum böyle kalacak olursa diğer bölgesel aktörler açısından kazançlı bir durum teşkil eder. İran’ın bölgedeki yayılmacılığında bugüne kadar en fazla rahatsızlık duyan iki ülke vardı. Bir tanesi Suudi Arabistan, diğeri İsrail. Türkiye de rahatsızlık duyuyordu ama bu iki ülke ciddi manada güvenliklerini tehlikede hissediyordu. Kolu kanadı kırılmış bir İran, askeri olarak zayıflatılmış bir İran, Suudi Arabistan için tercih edilen bir durum. Aynı şekilde bugün İsrail’in bölgede sergilemiş olduğu saldırganlıktan da yine en fazla rahatsızlık duyan Türkiye, İran ve Suudi Arabistan olduğunu düşünecek olursak yine kendi kabuğuna çekilmiş, saldırganlığı bastırılmış bir İsrail tercih edilen bir durum olacaktır. Elbette savaşın bu yoğunlukta ve bu formatta devam etmesi durumunda bu olur. Ama kara ordularının işin içine girdiği, insani trajedilerin yaşanmaya başladığı, göç dalgalarının oluştuğu bir ortam veyahut farklı terör örgütlerinin, silahlı gruplarının yükselmeye başladığı bir ortam, yaşanırsa bu bölgedeki her ülke için ciddi bir tehlike arz edecektir. Bu savaşın kazananından ziyade kim ne kadar kaybeder sorusu ortaya çıkıyor. O da savaşın gelecek aşamalarda hangi aktörlerin dâhil olacağı, savaşın yoğunluğunun ne olacağıyla bağlantılı olacak şekilde değişecektir” şeklinde konuştu.