Elli dirhem

06.05.2021
A+
A-

Merhaba sevgili yol arkadaşlarım,

Her ayrılık içinde bir matem barındırır. Oyuncağını kaybeden minik kızın gözlerinde, hayat arkadaşını kaybeden o koca çınarın yüzündeki çizgilerde, işini kaybeden bir gencin umutsuz nefesinde her yerde, herkeste zaman zaman ‘yas’ kavramının hüzünlü melodisini hissederiz. Kimi zaman bu yas süreci daha biz farkına varamadan geçip giderken kimi zaman aylarca hatta yıllarca bizimle birlikte yol alır. Yas üzerine yapılan onca araştırmayı içeren bilgilendirme dolu bir köşe yazısını şimdilik bir kenara koyup yalnızca duygularımın dansına sığınarak mini bir öykü paylaşmak istiyorum sizinle bu hafta. Keyifli okumalar dilerim…

“Ölüm ile ayrılığı tartmışlar…” gerisi malum hikâye. Neler sığar 50 dirheme? Bir hayalin yasını sığdırabilir miyim mesela? Ya gerçekleşmemiş beklentilerin, çiçek açmadan kurumaya yüz tutan o ağacın gövdesine saklanmış umudun yasını? Bu hikayenin sonuydu.
Başlıyoruz işte…
Adım adım yaklaşırken bedenlerimiz, yüreğimizdeki kaygının yüzümüzde utanca büründüğü o maskeyi düşürmek istercesine malum soruyu fısıldar rüzgâr usulca: Peki ya sonra?”
Karşısına geçene önünü ilikletip, ‘hazırol’ da bekleten o soru “peki ya sonra”
Duyguları çiğnemeden yutturan, bir yandan beyni obezleştirirken öte yandan yüreği sıskalaştıran o soru “peki ya sonra?”
Korkanların el frenidir kimine göre o soru akla geldi mi adım attırabilene aşk olsun…Kimine göre ise boyu bir metreyi aşmayanların -dev aynasında kendini seyre dalanlara taş çıkartan- cesaretinin ardında tadına varılamamış güvenin, telafi edilemeyen şefkatin reddedilişi …
Bana göre mi?
Teslim ettiğim duygularımın dansına eşlik etmesini istediğime, sahip olmaktansa “olduğum”a inandığıma emanet ettiğim cesaretim: “peki ya sonra?”

Aç bir çocuk tanıdım dün, belki de önceki gündü tam bilemiyorum şimdi ya da birkaç ay oldu. Şefkate olan açlığından şekeri düşmüş; tir tir titreyen umuduna bir damla su, bir boy gölge arayan bir çocuk tanıdım. Bir kere okşasalarmış yüreğini, bir kere öpselermiş masumiyetinden, sıvazlasalarmış azmini sıcacık elleriyle; sanki yarınların karanlık odasında irileşen gözbebeklerindeki “peki ya sonra” nın ötesinde yeşerecekmiş “yaşamaya dair” olanlar…
“Büyük bir ciddiyetle yani bir sincap gibi yaşayacakmış mesela çocuk.”
“Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani bütün işi(n) gücü(n) yaşamak olacak.”mış.
“Sevgileri yarınlara bırakmadan”, çekinmeden hatta bıkmadan usanmadan yaşayacakmış. “Gizli bahçesinde açan çiçeklere” gebe olan toprağı sulamaktan gocunmadan hem de…
“Bir bakış bile anlatmaya yeterken her şeyi,
Kalbini donduran duygular kalbinde kalmayacaktı.”
Duygularının el freni olan o soruyu siper etmeyecekti belki de bebek adımlarına: “peki ya sonra?”
“Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaktı yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gidecekti;
Gidecekti ırıpların çalkantısında.”

               Kadın mı?
O’nun araladığı kapıdan içeri girer girmez, doyumuna varamadığını ötekinin yüreğinde aradı gözleri. Önce kinini astı vestiyere, sonra kibrini kirlilerin arasına sıkıştırıverdi. Tebessümünü yüreğine saklarkensevgisini de ötekine emanet etti.
               Hayallerini bir karavana yüklenmiş yolda buldular kendilerini. Bolca azık attılar heybeye -yine de doyuramayacaklardı ya o açlığı her neyse-. Yorulduklarındaysa bir zeytin ağacı bulsalar yeterdi gölgesinde barışın tadına vara vara dinlenmek için. Her ne olduysa o son molada oldu. Fırtına çıktı ağaç devrildi. Adam yüreğini ısıtmaktan vazgeçtiği kadının üzerine hayallerini örttü. Sahipsiz hayallerin devasa alevlere dönüştüğü anda, kadının yüreğini kavuran yangını söndürmek istercesine gözünden akan iki damla yaşa bir öpücük bıraktı ve gitti hem de ırıpların çalkantısında. 
 “Peki ya sonra” mı?
            Ötekini ararken kendini bir kez daha yok etti, kadın.

Hepinize selam; Karacaoğlan’a, Orhan Veli’ye, Nazım Hikmet’e, Behçet Necatigil’e hasretle dostlarım…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.