Erken büyüyen çocuklar

Erken büyüyen çocuklar
05.05.2025
A+
A-

Irk ve başka şey ayırt edilmeksizin dünya üzerindeki her çocuk, sağlıklı ve güvenli bir şekilde yaşamayı tartışmasız hak ediyor. Fakat her çocuk şanslı dünyaya gelmiyor. Çocukların yaşadığı talihsiz olayları düşündüğümüzde; dünya üzerindeki ülkelerin bulunduğu konumlardan başlayarak, zor coğrafya kavramından yola çıkarak, bir sürü etmeni bu talihsizlere ekleyebiliriz.

Bu yüzden Kent Bursa Gazetesi olarak hem dünyadaki hem de Türkiye’deki çocukların yaşam koşullarını merak ettik ve Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Celalettin Yanık’a sorduk.  Prof. Dr. Celalettin Yanık, zor coğrafyalarda yaşayan çocukların nüfus içerisindeki yeri ve önemi ile ilgili gazetemize önemli açıklamalarda bulundu.

YASEMİN ÖZKEREM / RÖPORTAJ

Çocuk nüfus oranlarının iller bazında değerlendirilmesi, sadece coğrafi konumla değil, aynı zamanda demografik yapı, kültürel normlar, ekonomik gelişmişlik düzeyi ve toplumsal politikalar gibi çok boyutlu etkenlerle açıklayan Celalettin Yanık merak edilen sorulara cevap verdi:

SANDVİÇ KUŞAĞI”

Türkiye nüfusunun yüzde 25,5’ini çocuk nüfus oluşturduğu verisi doğru mu? Bu oran hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu tür bir soruya cevap vermek, öncelikle verinin nasıl elde edildiği ve hangi yöntemsel süreçlerden geçtiği gibi konuların açıklığa kavuşturulmasını gerektirir. Çünkü bir verinin doğruluğunu değerlendirmek, onu üreten yöntemin, veri setinin ve uygulanan tekniklerin de değerlendirilmesini zorunlu kılar. Türkiye’de nüfus sayımları büyük ölçüde adrese dayalı kayıt sistemi (ADNKS) üzerinden gerçekleştirilmekte ve bu sistem, belirli kurumlarca (özellikle TÜİK) yürütülmektedir. Bu çerçevede, farklı veri kaynakları ya da alternatif yöntemlerin kullanılmaması, veri üretiminin çeşitliliğini sınırlandırmaktadır. Bu nedenle, verinin doğruluğundan ziyade, mevcut resmi veriler üzerinden bir değerlendirme yapmak daha anlamlı olacaktır. Soruda yer alan %25,5 oranı, TÜİK’in 2024 verilerine dayanmaktadır ve Birleşmiş Milletlerin çocuk nüfus tanımına göre (0-17 yaş grubu) belirlenmiştir. Bu oran, Türkiye’nin toplam nüfusunun yaklaşık dörtte birinin çocuklardan oluştuğunu göstermektedir. Bu oranı Avrupa Birliği ülkeleriyle kıyasladığımızda, Türkiye’nin çocuk nüfus oranının (%25,5), AB ortalamasının (%17,8) üzerinde olduğu görülmektedir. AB ülkeleri içinde en yüksek çocuk nüfus oranları sırasıyla İrlanda (%23,0), Fransa (%20,8) ve İsveç’e (%20,6) aittir. En düşük oranlar ise Malta (%14,7), İtalya (%15,1) ve Portekiz’de (%15,7) görülmektedir. Bu karşılaştırma, Türkiye’nin demografik yapısının Avrupa ülkelerine göre daha genç olduğunu göstermektedir. Ancak uzun vadeli verilere baktığımızda Türkiye’de çocuk nüfus oranında belirgin bir azalma eğilimi söz konusudur. Örneğin, 1970 yılında çocuk nüfusun oranı %48,5 iken, bu oran 1990’da %41,8’e, 2022’de %26,5’e ve son olarak 2024’te %25,5’e düşmüştür. Bu azalma, doğurganlık oranlarındaki düşüş ve yaşlanan nüfus yapısı gibi etkenlerle ilişkilendirilebilir. Doğurganlık oranlarının düşmesi ve yaşlanan nüfus yapısı, sadece demografik değil, bilakis sosyal ve ekonomik sonuçlara neden olabilir. Bu sonuçlar arasında ekonomik olana eğildiğimizde karşımıza işgücü daralması, tüketim kalıplarının değişmesi ve emeklilik sistemleri üzerindeki baskı yer alabilir. Örneğin işgücü daralmasına bakılacak olursa, bu noktada genç nüfusun azalması, uzun vadede işgücü arzının daralmasına yol açar. Bu durum, üretkenliğin azalmasına ve ekonomik büyümenin yavaşlamasına neden olabilir. Sosyo-kültürel sonuçlar bakımından konu ele alındığında; aile yapısında değişim, eğitim ve sosyal hizmetlerdeki dönüşümler yaşanabilecektir. Özellikle küçülen aileler, bakım yükünün daha az sayıda bireye düşmesi anlamına gelir. Örneğin, bir kişinin aynı anda hem çocuklarına hem yaşlanan ebeveynlerine bakması gerekebilir ki sosyal bilimlerde bu duruma “sandviç kuşağı” adı verilmektedir.

ÇOCUK NÜFUS ORANI EN YÜKSEK: ŞANLIURFA

Türkiye’de çocuk nüfus oranlarının en yüksek olduğu 10 il Şanlıurfa, Şırnak, Ağrı, Mardin, Muş, Siirt, Batman, Diyarbakır, Van ve Bitlis olduğu açıklandı. Bu illerin şartları ile bu sonucu değerlendirir misiniz?

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) 2024 verilerine göre, Türkiye’de çocuk nüfus oranının en yüksek olduğu iller sırasıyla %43,8 ile Şanlıurfa, %39,8 ile Şırnak, %37,4 ile Ağrı, Mardin ve Muş olmuştur. Bu oranlar, söz konusu illerde çocuk nüfusun toplam nüfusa oranla oldukça yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Buna karşılık, çocuk nüfus oranının en düşük olduğu iller arasında %16,4 ile Tunceli, %17,3 ile Edirne ve %18,0 ile Kırklareli yer almaktadır.Bu veriler ilk bakışta Türkiye’deki çocuk nüfus dağılımında coğrafi faktörlerin belirleyici olduğu izlenimini verebilir. Gerçekten de çocuk nüfus oranı yüksek olan illerin büyük bir bölümü Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde yer almaktadır. Ancak bu durumu yalnızca coğrafya ile açıklamak yetersizdir. Örneğin, Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan Tunceli’nin, aynı bölgedeki birçok ile kıyasla oldukça düşük bir çocuk nüfus oranına sahip olması (%16,4), bölge-içi farklılıkların da belirleyici olduğunu göstermektedir. Bu durum, eğitim düzeyi, kadınların iş gücüne katılım oranı, kentleşme, sosyo-ekonomik kalkınma seviyesi gibi değişkenlerin etkisini dikkate almayı gerektirir. Dolayısıyla, çocuk nüfus oranlarının iller bazında değerlendirilmesi, sadece coğrafi konumla değil, aynı zamanda demografik yapı, kültürel normlar, ekonomik gelişmişlik düzeyi ve toplumsal politikalar gibi çok boyutlu etkenlerle açıklanmalıdır. Türkiye’nin doğusundaki bazı illerde doğurganlık oranlarının yüksek olmasının ardında geleneksel aile yapıları, erken yaşta evlilikler ve düşük eğitim düzeyleri gibi sosyo-kültürel dinamikler bulunabilmektedir. Tunceli örneği ise, farklı sosyo-politik ve ekonomik koşulların aynı bölgedeki çocuk nüfus oranlarını dahi nasıl etkileyebileceğini göstermesi açısından dikkat çekicidir.

COĞRAFİ YAPISI ENGEBELİ OLAN YERLER

Zor coğrafyalarda yaşayan çocuklar hangi zorluklarla karşılaşıyor? Yaşadıkları coğrafya örneğin, kırsal, ücra, tehlikeli bölgeler hayatlarını nasıl etkiliyor?

Zor coğrafya kavramı, fiziksel erişilebilirliğin düşük olduğu, altyapı yetersizlikleri bulunan, afet riski taşıyan ya da sosyal hizmetlerin sunumunun sınırlı kaldığı bölgeleri ifade etmektedir. Bu tür bölgelerde yaşayan çocuklar, sadece mekânsal değil, sosyal, ekonomik ve eğitsel açıdan da çok katmanlı dezavantajlara maruz kalabilmektedir. Özellikle, coğrafi yapının engebeli, ulaşımın zor olduğu ve altyapının yetersiz kaldığı bölgelerde temel hizmetlere erişim sınırlı olmaktadır. Bu durum, çocukların beslenme, sağlık ve barınma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasında ciddi sorunlar yaratabilmektedir. Örneğin, düzenli sağlık hizmetlerine ulaşamayan çocuklar, erken yaşta önlenebilir hastalıklarla karşı karşıya kalabilir; yeterli ve dengeli beslenemeyen çocuklarda gelişim geriliği ve öğrenme güçlükleri sıkça gözlemlenebilir. Ayrıca eğitsel açıdan durum değerlendirildiğinde, bu çocuklar için en kırılgan alanlardan biri olarak eğitim imkânları karşımıza çıkmaktadır. Taşımalı eğitim sisteminin yeterli olmadığı durumlarda, okula ulaşmak için kat edilmesi gereken uzun mesafeler, zorlu hava koşulları ve kimi zaman güvenlik riskleri (örneğin sınır bölgeleri, afet eğilimli alanlar) çocukların düzenli eğitime devam etmelerini engelleyebilir. Bu durum, erken okul terki, düşük okuryazarlık oranları ve çocuk işçiliği gibi riskleri artırabilmektedir. Zor coğrafyalarda çocukların yaşadığı bir başka problem ise sosyal izolasyondur. Daha homojen, kapalı toplumsal yapılarda farklı yaşam biçimlerine, dillere ya da kültürel deneyimlere erişim imkânı kısıtlı olabilir. Bu da çocukların sosyal gelişimini ve toplumsal bütünleşme süreçlerini olumsuz etkileyebilir. Tüm bu etkenler birleştiğinde, zor coğrafyalarda yaşayan çocukların yaşam koşulları sadece mekânsal değil, fırsat eşitsizliği ve yapısal dışlanma bağlamında da değerlendirilebilir.

ÇOCUKLARIN YAŞAM KALİTESİ

Çocukların temel ihtiyaçlara gıda, su, barınma, sağlık hizmetleri, eğitim erişimleri nasıl sağlanıyor?

Zor coğrafyalarda yaşayan çocuklar için temel ihtiyaçlara erişim, diğer bölgelere kıyasla ciddi ölçüde sınırlı olmaktadır. Bu tür bölgeler, genellikle ulaşım ağlarından uzak, altyapı eksiklikleri olan, doğal afet riski yüksek ya da güvenlik açısından sorunlu alanlardır. Bu fiziksel ve yapısal kısıtlılıklar, çocukların yaşam kalitesini doğrudan etkilemektedir. Özellikle uzak veya engebeli bölgelerde tarımsal üretimin sınırlı olması, temiz içme suyuna erişimin zorlaşması ve dağıtım sistemlerinin yetersizliği nedeniyle çocuklar, yetersiz ve dengesiz beslenme riskiyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu durum, çocukların bedensel ve zihinsel gelişimlerini olumsuz etkileyerek büyüme geriliklerine ve bağışıklık sistemi zayıflıklarına neden olabilir. Bununla birlikte zor coğrafyalarda barınma imkânları genellikle sağlıksız, kalabalık ve güvenlikten yoksun olmaktadır. Bu tür yaşam alanları, çocukların güvenli bir ortamda büyümelerini engelleyebilmekte ve sosyal gelişimlerini destekleyecek imkânlardan yoksun olabilmektedir. Benzer şekilde zor coğrafyalarda eğitime erişimdeki en temel sorunlardan biri mekânsal uzaklıktır. Taşımalı eğitim sistemleri bu bölgelerde her zaman etkili işleyememektedir. Ulaşım zorlukları, okul binalarının fiziki eksiklikleri, öğretmen açığı gibi nedenlerle çocukların okula düzenli devamı zorlaşmakta, bu da okuryazarlık oranlarının düşmesine ve eğitim sürekliliğinin kesintiye uğramasına neden olmaktadır. Sağlık hizmetleri açısından ise durum değerlendirildiğinde, sağlık altyapısının yetersiz olduğu bölgelerde temel sağlık hizmetlerine ulaşmak ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Aile sağlığı merkezlerinin uzaklığı, sağlık personelinin yetersizliği ve acil müdahale imkânlarında yaşanabilen muhtemel zorluklar, hastalıkların önlenememesi ya da tedavi edilememesi gibi sonuçlar doğurabilir. Bu da bebek ve çocuk ölümlerinde artışa yol açabilir. Bu ve benzeri özellikler göz önünde bulundurulduğunda, zor coğrafi koşullarda yaşayan çocukların temel ihtiyaçlara erişimleri, fiziksel mesafe, altyapı eksikliği, ekonomik yoksunluk ve sosyal hizmetlerin dağınık yapısı nedeniyle sistematik biçimde kısıtlı bir hal alabilmektedir. Bu ve benzeri bölgelerde yaşayan çocuklar için sadece hizmeti ulaştırmakla değil, bu hizmetlerin erişilebilirliğini ve sürekliliğini sağlamakla da önem arz etmektedir.

SOSYAL SERMAYENİN GÜÇLÜ OLDUĞU TOPLUMLAR

Bu çocukların aileleri ve toplulukları bu zorluklarla nasıl başa çıkıyor?

Zor coğrafi koşullarda yaşayan aileler ve topluluklar, devlet desteklerinin sınırlılığı ve altyapı eksiklikleri karşısında çeşitli stratejik, geleneksel ve dayanışmacı yöntemlerle yaşamlarını sürdürebilmenin yollarını arayabilmektedir. Bu başa çıkma mekanizmaları arasında topluluk dayanışması, geleneksel bilgi birikimi, uyarlama ve direnç geliştirme stratejileri gibi unsurlar çerçevesinde değerlendirilebilir. Topluluk temelli dayanışma ağları çerçevesinde durum değerlendirildiğinde zor koşullarda yaşayan aileler, resmi kurumsal desteklerin yetersiz kaldığı durumlarda, mahalle, akrabalık ya da dini aidiyet temelli topluluk ağlarına yönelebilmektedirler. Bu ağlar kanalıyla temel gıda paylaşımı, barınma desteği ya da çocukların sırayla okula götürülmesi gibi kolektif çözümler geliştirilebilmektedir. Özellikle sosyal sermayenin güçlü olduğu topluluklar, bu anlamda hayatta kalma stratejilerini kolektif bir yapıda sürdürebilmektedirler. Bölgeye ait sahip olunan bilgi ve geleneksel uygulamalar çerçevesinden durum değerlendirildiğinde, özellikle kırsal bölgelerde aileler, tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sağlayarak gıda ihtiyacını karşılamaya çalışmaktadır. Bu üretim biçimine, kendine yeterlilik ilkesi olarak adlandırılmaktadır. Örneğin su temini için yerel kaynaklar (örneğin kuyu ya da dağ kaynakları), sağlık sorunları için ise geleneksel tıbbi bilgiler devreye girebilir. Ancak bu pratiklerin modern standartlara uygun olmaması, bazı durumlarda sağlık ve hijyen risklerini artırabilmektedir. Bu türden ailelerin ve toplulukların geliştirdiği stratejilerden bir diğeri ise geçici göç ve mevsimlik çalışmadır. Bu tür bir stratejide bazı aileler, temel ihtiyaçlara erişimi artırmak ya da gelir sağlamak amacıyla geçici ya da mevsimlik göçe başvurmaktadır. Bu durum, özellikle eğitim sürekliliğini olumsuz etkileyebilmektedir. Bilhassa bu durumda çocuklar ya göç edilen yerde eğitime erişemeyebilmekte ya da sık okul değişiklikleri nedeniyle öğrenme güçlüğü yaşayabilmektedir. Geliştirilen diğer stratejilerden bir diğer ise devletin sosyal yardım programlarından (gıda yardımı, şartlı nakit transferi, sosyal yardımlaşma fonları gibi) yararlanmaya çalışmaktır. Bu anlamda kamu kurum ve kuruluşları ve yerel girişimler, sağlık taramaları, mobil eğitim hizmetleri ve insani yardım gibi alanlarda geçici ama önemli katkılar sunabilmektedir.

DİJİTAL EŞİTSİZLİK

Bu çocukların güvenlikleri ne düzeyde? Hangi tehlikelerle karşı karşıyalar?

Zor coğrafi koşullarda yaşayan çocuklar, çok boyutlu güvenlik riskleriyle karşı karşıya kalabilmektedir. Bu riskler sadece fiziksel çevreye bağlı kalmamakta, sosyo-ekonomik, politik ve kültürel yapılarla da doğrudan ilişkili olmaktadır. Güvenlik, burada, sadece şiddetten korunma anlamında değil, daha geniş anlamıyla “yaşamın sürdürülebilirliğini tehdit eden her türlü riskten korunma” olarak değerlendirilmelidir. Fiziksel anlamda güvenlik riskleri bakımından durum değerlendirildiğinde ilk olarak karşımıza doğal tehlikeler çıkmaktadır. Bu durumda deprem, heyelan, sel gibi afet riski yüksek bölgelerde çocuklar, ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalabilmektedir. Bir diğer husus ise ulaşım güvenliğidir. Uzak ve dağlık alanlarda okula ulaşmak için uzun ve tehlikeli yollar yürümek zorunda kalan çocuklar, trafik kazaları veya coğrafi engellerle karşı karşıya kalabilmektedir. Sosyal ve ekonomik güvenlik tehditleri açısından ele alınabilecek ilk husus çocuk işçiliğidir. Ailelerin geçim sıkıntısı yaşadığı bölgelerde çocuklar erken yaşta iş gücüne katılmak zorunda kalmakta, bu durum eğitim haklarını ellerinden alabilmektedir. Bazı coğrafi açıdan zorluklarla karşılaşılabilen kırsal bölgelerde, yoksullukla başa çıkma aracı olarak erken yaşta evlilikler bir çözüm olarak görülmekte, bu da çocukların, özellikle kız çocuklarının hayatını çok yönlü olarak tehdit edebilmektedir. Sosyal açıdan dışlanma anlamında ise uzak bölgelerde yaşayan çocuklar, dijital eşitsizlik ya da kültürel izolasyon nedeniyle akranlarıyla eşit koşullarda gelişimin sınırlı kalmasına neden olabilmektedir. Bu durum, söz konusu çocuklarda aidiyet duygusunu ve özgüveni zedeleyebilir. Tüm bu ifadeler doğrultusunda, zor coğrafyalarda yaşayan çocukların güvenliği çok katmanlı risklere açık olduğu ifade edilebilir. Bu nedenle çocukların korunmasına yönelik politikalar, sadece eğitim veya sağlık gibi temel hizmetlerin götürülmesinden ibaret olmamakta, çocuk koruma sistemlerinin güçlendirilmesi, topluluk temelli risk izleme mekanizmalarının kurulması ve kamusal hizmetlerin sağlanması gibi kapsayıcı bir anlayışla ele alınmalısını gerekli kılmaktadır.

MEKÂN-TOPLUM-COĞRAFYA ÜÇGENİ

Hareket özgürlükleri ve sosyal etkileşimleri nasıl sınırlanıyor?

Zor coğrafi koşullarda yaşayan çocukların hareket özgürlükleri ve sosyal etkileşim imkânları, fiziksel çevre, altyapı eksiklikleri ve toplumsal yapı tarafından sınırlanabilmektedir. Bu sınırlamalar sadece mekânsal değil, toplumsal ve kültürel temelli katmanlar da bir arada olabilmektedir. Bu nedenle hareket özgürlüğü ve sosyal etkileşim, sadece bireysel değil, mekân-toplum-coğrafya üçgeninde şekillenen yapısal bir mesele olarak değerlendirilebilir. Bu çerçevede ilk olarak üzerinde durulabilecek hususlardan biri coğrafi ve altyapısal kısıtlamalardır. Örneğin engebeli arazi, bozuk yollar ve kış koşulları gibi doğal engeller, çocukların okul, oyun alanları veya akranlarına ulaşımını zorlaştırmaktadır. Bazı yerleşim yerlerinde çocuklar, kilometrelerce yol yürümek zorunda kalabilir, bu da günlük hareket alanlarını ciddi biçimde kısıtlayabilmektedir. Ulaşım açısından değerlendirilen bu husus neticede kırsal ya da dağlık yerleşimlerde, yerleşim birimleri arasındaki uzaklık çocukların farklı sosyal gruplarla temasını engelleyebilmektedir. Bu türden yaşanabilecek izolasyon, sosyal öğrenme süreçlerini sınırlayabilmektedir. Coğrafi sınırlamalar olarak üzerinde durulan bu öğelerin yanı sıra özellikle toplumsal kaygı da söz konusu olabilir. Bu durumda, güvenliğin düşük olduğu veya geleneksel yapının baskın olduğu bölgelerde aileler, çocuklarını dış ortama çıkarmakta isteksiz davranabilir. Bu da çocukların hareket serbestliğini “koruma” adı altında sınırlayabilmektedir. Akla gelebilecek bir diğer sınırlama biçimi ise dijital ve kültürel izolasyondur. Bu noktada özellikle dijital eşitsizlik, internetin yetersizliği veya teknolojik araçlara erişimin olamaması, çocukların çevrim içi sosyal etkileşimden de yoksun kalmalarına neden olabilmektedir. Topluluk ilişkilerinin baskın özellikler sergilediği durumlarda söz konusu olabilen kültürel kapalılıkta ise bazı bölgelerde dışarıdan gelen değerler veya yaşam tarzları tehdit olarak algılanabilmektedir. Bu algı, bazı durumlarda çocukların dış dünya ile temas kurmasının önünde kültürel bir engel oluşturabilmektedir. Tüm bu açılardan durum değerlendirildiğinde, zor coğrafyalarda çocukların hareket özgürlükleri ve sosyal etkileşimleri, sadece fiziki/coğrafi koşulların değil, güvenlik, toplumsal yapı ve kültürel normların iç içe geçtiği çok boyutlu bir sınırlandırma sistemine tabi olabilmektedir. Bu durum, çocukların sadece bugünkü gelişimlerini değil, uzun vadeli toplumsal katılımlarını ve birey olma potansiyellerini de kısıtlayabilmektedir.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.