Gökçeada: Güzel bir kültür günlerinin ardından
Adaların havası, yaşam tarzı biraz farklı olur; başlı başına bir kültürü ve geleneği vardır. Farklı kültürler hep ilgimi çekmiştir. Birçok adaya gittim ama bir türlü Gökçeada’ya gitmek nasip olmamıştı. Bazı arkadaşlarımla sözleşmemize rağmen, onların problemleri yüzünden gidememiştik. Aslında iyi de olmuş; neyse, kısmet bugüneymiş.
Türkiye’nin parçası olan Gökçeada, Lozan Anlaşması ile 22 Eylül 1923’ten beri her yıl bu tarihi günü resmi bayram gibi kutluyor. Bu yıl şenliklere, Gökçeada Belediyesi Başkanı Bülent Ecevit Atalay ve Nusret Bey Vakfı işbirliğiyle düzenlenen şenliklerde “Kelebeklerin Uyuduğu Yerdeyim” filmi özel gösterimi yapıldı. Etkinlik, 22 Eylül – 24 Eylül 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilen bu kültürel etkinliğe katıldım. Amfi tiyatroda sanatçı Ege’nin konseriyle başlayan süreç, yönetmen Ceyhan Kandemir’in adada çekilen filmi *Kelebeklerin Uyuduğu Yerdeyim* gösterimiyle sonlandı.
Geziler çabuk geçer, ama bıraktıkları izler uzun sürer. Gökçeada’da geçirdiğim günler, gerek Nusret Bey Vakfı Müzesi’ni, gerek Gökçeada Müzesi’ndeki etkileyici tarihi koleksiyonları, taş kalenin gölgesinden köy meydanındaki çamaşırhaneye kadar uzanan küçük ama yoğun bir öykü bıraktı.
Müzenin sessiz raflarında adanın yaşamına dair parçaları karıştırdık; köylerde tarihi aradık; sonunda taşların arasından geçmişin nefesini dinledik.
Ama gezi boyunca beni en çok etkileyen dikkat çekici ayrıntılardan biri, zamanında yaklaşık 2000 hanenin yaşadığı Dereköy’dü. Günümüzde çoğu terk edilmiş taş mimariden yapılan binaların hala yerinde durması, Dereköy’ün etkileyici yapısının bozulmamış olması; “Orda bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür.” dizelerini zihnimde yankılatmasına sebep oldu.
Özellikle köyde gördüğüm tarihi çamaşırhane, yani kamusal hayatın, kadınların günlük ritüelinin toplandığı yerdi. Gökçeada’nın Rum köylerinde hala görülebilen bu çamaşırhaneler, yalnızca iş yapan taş yapılar değil; nesillerin bir araya gelip haberleştiği, gülüşlerin ve dertlerin paylaşıldığı mekânlardı. Dereköy’deki çamaşırhane, ziyaretçilere bu kolektif günlük yaşamın izlerini hala gösteriyor olması, kültür çeşitliliğini gözler önüne seriyor.
Gökçeada’ya varışımızın ertesi, Nusret Avcı’nın büyük emeklerle Nusret Avcı Müzesi olarak restore ettiği eski zeytinyağı fabrikasından yenilediği müzede bizi ağırladı. Nusret Avcı kimdir? derseniz, biraz bilgi vereyim. Nusret Avcı, İstanbul’da halk ekmek fikrini ve projesini ortaya atan, siyasi, girişimci, inşaat mühendisi bir halk adamıdır. Suudi Arabistan, Cidde’de beş yıl okul inşaatları yaptıktan sonra Beyoğlu Belediyesi’nde yıllarca görev yapmış ve belediye başkanlığı adaylığına kadar ilerleyen siyasi hayatını bırakarak bir arkadaşının ısrarları üzerine adaya yerleşmiş birisidir. Gökçeada’ya yerleşme öyküsüne gelince; “Televizyonlarda beni gören sınıf arkadaşım beni görüyor ve bana ada için çalışmam için beni Gökçeada’ya getirdi. Adayı gezince ada’ya gelmeye karar verdim. Ve 25 yıldır adada hizmet veriyorum.” diyen Avcı, devam ederek yeni projelerini anlatan Avcı: “Organik gübre fabrikası kurma çalışmalarımız başladı, Gevende adlı bitkilerden, amacım adayı tarıma kazandırmak. Ayrıca adada yetişen koyunların yünlerini değerlendirmek için yeni çalışmalarımız var, eski Rum taşlarını yeniden üretime geçirmek istiyorum.” dedi.
Nusret Avcı Müzesi hakkında konuşurken, Gökçeada Belediye Başkanı Bülent Ecevit Atalay araya girerek; “Eskiden burası zeytinyağı fabrikasıydı, ben de burada çalışmıştım.” diyerek bir anısını paylaştı. Atalay’dan ve halktan öğrendiğim kadarıyla, Atalay adaya kesinlikle yeni bina yapılmasına karşı ve doğal güzelliğin korunmasından yana olduğunu belirtti.Nusret Avcı ile müzeyi gezerken, eski zeytin depolarını ve restore edilen yerleri gezdirdi. Bu arada, 23.000 yıllık ağaç fosilini de gösterdi. Avcı’nın ada için yaptıkları tartışılmaz. Biraz bahsedeyim:
1998 yılında İstanbul’u geride bırakarak Gökçeada’ya yerleşen Nusret Avcı, yaptığı çalışmalara gelince; çok sevdiği bir arkadaşının tavsiyesi ile gelmiş, ondan önce ada hakkında fazla bilgisi yokmuş. Adada organik tarım, bağcılık, zeytincilik ve kültürel projelerle adanın sürdürülebilir kalkınmasına katkı sağlamaktadır. Gökçeada’da birçok proje gerçekleştirmiş, gerçekleştirdiği başlıca çalışmalardan bahsedersek; 1999 yılında Gökçeada’nın organik tarım alanında öncü olmasını hedeflemiştir. Tarım Bakanlığı tarafından da onaylanan bu proje, adada kimyasal kullanmadan yapılan tarımı teşvik etmektedir. Nusret bey Şarapları 2000 yılında 600 dönümlük arazide bağcılığa başlamış ve Cabernet Sauvignon, Merlot, Şiraz gibi uluslararası üzümlerle birlikte yerel Kalabaki üzümünü de yetiştirmiştir. Şarap üretimi, adanın geleneksel üretim yöntemlerini modern tekniklerle harmanlayarak adaya has şarap üretimine hız vermiştir. Ben bu şarabı tattım; gayet başarılı bir şarap diyebiliriz.
Satın aldığı Furkales mevkiinde bulunan zeytinlik alanında, 23 milyon yıllık fosil ağaç kalıntıları keşfetmiştir. Bu bulgu, İstanbul Teknik Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi tarafından incelenmiş ve silisleşmiş defnegiller familyasından bir ağaç kalıntısı olduğu tespit edilmiştir.
Nusret Avcı’nın Gökçeada’da yaptığı bu çalışmalar, adanın ekolojik ve kültürel zenginliğinin korunmasına ve geliştirilmesine katkı sağlamakta ve röportajımızda yeni projelerinden bahsetmiş; enerjisi ve nazik kişiliği ile etkilemiş ve beni Gökçeada için umutlandırdı.
Ardından, Gökçeada Müzesi’ni de gezdik. Adada süngerciliğin tarihçesi, küçükbaş hayvancılık hakkında ve adada yaşayan eski ada halkının birçok eşyası (pikaplar, gramofonlar, ders kitapları, yöresel giysiler, motosiklet ve eski tarım aletleri, hayvancılık malzemeleri vb.) vardı. Müzede en ilgi çekici ise adanın önemli bir parçası haline gelen Türkiye’nin ilk palyaçosu Yakup Topçuoğlu’na ayrılmış köşe idi. TRT’de ve sahnelerde gösteriler yaptıktan sonra emekli olup Gökçeada’ya yerleşen Yakup Topçuoğlu, adanın en renkli kişisi olarak vefat etmiş. Hatta, müzede eşlik eden arkadaşımın çocukluk arkadaşıymış palyaço Yakup Topçuoğlu.
Sonra Kaleiçi’ne gittik. Orada, milli sporcu Selim Konya ile sohbet ettik. Dalgıçlık sporu ve adada ilk sualtı parkından bahsetti. Selim Konya, milli sualtı sporcusu olup, Gökçeada’da sualtı sporları okulu ile ada sualtı sporuna destek olan bir sporcu. Konya, denizlerin balık çeşitliliğinin azalmasından ve doğaya verilen zarardan üzüntüyle bahsetti. Ekosistemi korumak için derhal müdahale tedbirlerinin alınması gerektiğinden söz etti.
Ardından Gökçeada’da Zoe Sanat Merkezi’ne gittik. Ada halkına dans, zumba ve modern dans kursları veren bu merkez, adanın tam merkezinde, Gökçeada Müzesi’nin hemen yanında, harika bir bahçe ve kafenin yanındaydı. Burada dans öğretmeni Zoe Ahu Talya Duru ile dans ettik; benim için başarısız ama harika bir deneyimdi. İtiraf ediyorum, “İçimden keşke burada olsam da dans alanında ilerlesem diye geçirdim.”
Tarihi Kaleköy’ü gezerken, Ata Demirer’in “Hedefim Sensin” filminin Gökçeada’da çekimleri yapılan “Mustafa’nın Kayfesi”nin önünden geçtik. Biraz ileride ise “Kelebeklerin Uyuduğu Yerdeyim” filminin kafe sahnesinin çekildiği yerel bir kafeye uğradık ve köyü gezdik. Bazı kafelerin deniz manzaraları o kadar harikaydı ki, manzara eşliğinde çay içmenin zevki insanı sarhoş ediyordu. Kaleköy’de Belediye Başkan Yardımcısı Ali Baki Usta’nın kafesinde kahvemizi içerken, köyün öğretmeni ve papazından ada tarihi ve anılarını dinlemek çok keyifliydi.
Prof. Dr. Ceyhun Kandemir’in “Kelebeklerin Uyuduğu Yerdeyim” adlı filminin gösterimi, Gökçeada Amfi Tiyatrosu’nda yapıldı. Açık hava, sonbahar havasında serin bir atmosferde ve ada halkının çoğunun katılımıyla gerçekleşen gösterime ilgi beni oldukça etkiledi. Film bitene kadar seyirciler, adada çekilen filmi gözlerini kırpmadan izlediler. Filmin sonuna doğru, oyunculardan ve şarkıcı Cansu Özdenak, filmdeki şarkıyı canlı olarak seslendirerek seyircinin beğenisini topladı. Alkışlar eşliğinde büyük bir ilgiyle karşılandı. Filmin sonunda, Belediye Başkan Yardımcısı Ali Baki Usta, yönetmen ve senaryo yazarı Prof. Dr. Ceyhan Kandemir’e alkışlar eşliğinde plaket vererek, onu fahri hemşehri ilan etti. Ceyhan Kandemir de bu sevincini sahneye davet ettiği oyuncularla birlikte seyircileriyle paylaştı.
Gökçeada, köyleriyle, tabiatla iç içe Rum köyleri, köy kahveleri, plajları ve Rum meyhaneleriyle; sualtı milli parkı, ülkenin en batı ucu olma özelliğiyle, harika, el değmemiş tabiatı ve denizleriyle turizmin keşfetmediği bir yer. Ben gittim, gitmek lazım. Ama sakın otel ya da yazlık yapmayın, oradaki otellere gidin, yatırımı doğaya yapın. Buradan Başkan Bülent Ecevit Atalay’a ve Nusret Avcı’ya seslenmek istiyorum: Yapılaşmaya gitmeden bu cennet adayı koruyalım. İyi Seyirler…