Metin Eloğlu-1

19.04.2021
A+
A-

Bir dile hâkim olmanın, o dilin organizmasının arkeolojisine girişmek anlamına gelmeyeceğine, o dilin, bu yazı bağlamında Türkçe olduğu hesaba katılınca, yaşadığımız topraklar üzerinde, özellikle son yıllarda, dilbilgisi uzmanları ile şairlerin ve yazarların birçoğu sayısız örnekler vermişlerdir. Bu güruh, “dile hâkim olma” ifadesinden dili tahakküm altına almayı algıladığı için Türkçe, organizma arkeolojisi şöyle dursun, bu güruhun elinde bugün var olma mücadelesi vermektedir.

Dil konusundaki yetersizliğini Türkçenin yetersizliği-ni(!?) gündeme getirerek örtmeye çalışan bu güruh, Türkçeyi tek boyutlu ele almakta sakınca görmemiş bir geleneğin izini sürdüğü için, bu düşüncesinden geri adım atmamakta bugüne kadar ısrar etmiştir.

Güruhun ilham aldığı geleneğin uçbeyleri Türkçeyi, sınırlarını kendilerinin çizdikleri dar bir coğrafyada konumlandırmışlardır. Bu coğrafyaya, merkezde de taşrada da tesadüf etmek mümkün değildir. Uç beylerinin tatlısufrenkliklerinin bereketlendiği her toprak parçası, onların nazarında Türkçeyi de çoraklığıyla bir başına bırakmamak için var edilmiştir. Bu topraklar üzerinde yaşayan insanların öğrenmek ve kullanmak için her daim ter döktükleri “İstanbul Türkçesi“ de aslında bu uçbeylerinin tatlısufrenkliklerinin bir eseridir. Merkezde uç verirken, bir taraftan da, kendisinden “başka”sını ötelemeyi öğrenen bu Türkçe taşrada; laubalilik, lümpenlik ve ilkellik çarklarından kurtulamayan milliyetçiliğe hatta ırkçılığa yine bu tatlısufrenkliklerinden kurtulamayan uç beylerince esir edilmiştir.

Batı’ya Avrupa’ya, siyasi ve sosyo- kültürel mirasa sahip çıkmak adına, Batı’nın Avrupa’nın Fransa’sına yüzeysel bakışı, dünyaya gözlerini açtıkları toprakların mirasına yüzeysel bakışla harmanlayan tatlısufrenkleri, imparatorluktan ulus-devlete evrilen yapının birçok unsuru gibi dilini de kendi düşünceleriyle sınırlandırarak yola çıkmışlardır.

Dile bu fiili dâhil eden tatlısufrenkleri, anlayışlarını kitleselleştirmek için, yine sınırlarını kendilerinin belirledikleri bir “halk” vücuda getirmişlerdir. Bireyselleşme ve toplumsallaşma sorunlarını umursamayan bu “halk” için şekillendirilen ve olgunlaştırılan kültüre, sanat ve edebiyata, “Toplumcu-Gerçekçi” sıfatlar da yakıştırılmış ancak; kişisel deformasyona uğradığı için bireyselleşemeyen ve toplumsallaşamayan “halk” ve onun için üretim sürecine girdirilen ancak; yaratım sorununu yaşamaktan kurtulamayan kültür, sanat ve edebiyat, tatlı-sufrenkleri sayesinde hız artırdığı için, kök saldıkları top-rağın derinine inme sorunumu sıklıkla yaşamışlardır.

Yirminci yüzyılın ortalarında etkisini hissettiren Birinci Yeni(Garip)akımının şairleri bu gidişatı engellemeye çalışmışlar ancak; bu şairler, Bohemya’da soluklanmak gibi bir zaafa da düşebildikleri için umdukları başarıya imza atamamışlardır.

Bu akımın açtığı yolu çaplandıran İkinci Yeni’nin imzaları, kendilerinden önce bu topraklardan geçen meslektaşlarının eksiklerini görerek öncelikle yüzeyde kalmanın yaşattığı sorunlar üzerinde dirsek çürütmüşlerdir.

Birinci Yeni’nin beslenmesinde önemli bir rol oynayan Oktay Rıfat Horozcu’nun  “Perçemli Sokak” adını verdiği kitabıyla perdesini aralayan İkinci Yeni’ye emek veren isimler, yüzeyden derine inerlerken, bireyin nerede, niçin ve nasıl unutulduğu sorusuna da karşılık bulmayı ihmal etmeyerek şiirlerini çoğaltmışlardır.

Bu soruya verilen ve ayakları yere sapasağlam bir şekilde basan karşılıklar,  deformasyona uğramış yığınların ortak paydasında duran “halk”ı var eden tatlısufrenklerinin üzerine ölü toprağı serptikleri kültür, sanat ve edebiyat tarihinin gün yüzüne çıkmasını da sağlamıştır.

“Halk” tan önce toplum, kişiden önce birey kavramlarını gündeme getiren, bu kavramlara paradoks yaşatılmasına engel olan ve bunları poetikalarının odağına yerleştiren İkinci Yeni şairleri dili, tatlısufrenklerinin yerleştirdikleri mahfazadan çıkarmayı unutmamışlardır.

Mahfazasından çıkarılan dil, zeminini tatlısufrenklerinin hazırladıkları İstanbul Türkçesinden medet ummadığı için, üzerine ırkçılık sosu gezdirilen milliyetçilik bu dilin yedeğinde merkezde filizlenmemiş, taşrada yapraklarını yeşertmemiştir. Bu şairler merkezin taşrasına ve taşranın ücralarına yerelliği değil, yerliliği enjekte ettikleri için, ırkçılığın ağır yükü altında ezilen milliyetçilik, kendisinde belini doğrultacak gücü bulamamıştır.

Cemal Süreya’nın “Folklor Şiire Düşman” başlıklı yazısı, dostluğun ve düşmanlığın ötesinde durarak folkloru konumlandırmaya çalışırken, bir yandan da yerellik ile yerlilik arasındaki nüansa dikkat çekerek, ırkçılığın katalizöründe mecra arayan milliyetçiliğin hızının nasıl kesilebileceğinin, folklorun bu süreçten dejenerasyona uğramadan nasıl kurtarılabileceğinin ipuçlarını vermiştir.

Kavramları, ifadeleri yüzeyi derinleştirmeden sorgulama alışkanlığı bu başlığa tepki verilmesini sağlamıştır. Tepkilerin özellikle kendilerine “Toplumcu-Gerçekçi” denilmesinden gururlanan edebiyatçılardan gelmesi, edebiyat tarihinin sayfalarında bugün göz gezdirenleri şaşırtmaktadır. Oysa burada, bu insanların önlerine küçük dillerini yutturacak bir manzara çıkmamıştır. Edebiyat tarihini analitiğin süzgecinden geçirerek, derine inerek okumalarını yaptıklarında, tepkilerin esin perilerinin tatlısufrenklerinin mabetlerinden kanatlandıklarını net bir şekilde görebileceklerdir.

İkinci Yeni’nin bir diğer şairi Metin Eloğlu, Süreya’nın vurgularını destekleyen dizeler kaleme alarak akıma dâhil olmuştur.

Dönemin bütün şairleri gibi ilk dönem şiirlerinde Birinci Yeni’den yoğun etkiler taşıyan şiirler kaleme alan Eloğlu, bu akımın “farklı bir sesi” olarak tanımlanmaktadır. Bu, işin kolayına kaçmayı tercih ettiği için, hem eksik hem de yanlış bir tanımlamadır çünkü sadece İkinci Yeni ve onun şairleri değil, var olmuş, olan bütün akımlar ve şairler ortak bir paydada buluşturulsalar da yollarına çıkarlarken, “farklı bir ses” yaratma derdiyle heybelerini zenginleştirmişlerdir. Ortak payda onları birbirlerinin benzerleri olarak gösterse de paydayla arasına mesafe yerleştirmeyen okuma, her şairdeki farklı sesin ayırdına varabilecektir.

İkinci Yeni’nin şairlerinde daha farklı bir gidişat söz konusudur. Onları da bir ortak paydaya taşımak, bu ortak paydada farklı sesin ayırdına varmak mümkündür. Bu hareketi farklı kılan, ortak paydadaki diyalogtur.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.