Sosyolog Doç. Dr. Sunay: Çocuk istismarı bir güç istismarıdır

Sosyolog Doç. Dr. Sunay: Çocuk istismarı bir güç istismarıdır
22.09.2025
A+
A-

Çocuk istismarı bireylerin yaralı bir şekilde hayatına devam etmesine neden olabilen ve maalesef ülkemizde ve dünyanın birçok yerinde güncelliğini her zaman koruyan üzücü bir olaydır. Bu konuyla ilgili çok fazla nokta karanlıkta kalırken, bir yanda dünyanın birçok yerinde istismara uğrayan çocukların hayatları travmalarla doludur. Bundan yola çıkarak maalesef ki bireyler, böyle şeylere maruz kalsalar bile, bazen yıllarca bu olumsuz olayları gizli tutabiliyor. İşte biz de Kent Bursa Gazetesi olarak, Bursa Teknik Üniversitesi’nde başarılı çalışmalar yürüten Sosyolog Doç. Dr. Melda Medine Sunay’a merak edilenleri sorduk.

YASEMİN ÖZKEREM / RÖPORTAJ

Sosyolojik açıdan çocuk istismarı nasıl tanımlanır? Fiziksel, duygusal, cinsel istismar ve ihmal arasındaki sınırlar nelerdir?

Öncelikle teşekkür ederek başlamak istiyorum. Bursa’da görev yapan bir öğretim üyesi ve bir sosyolog olarak, bu çok önemli ve toplumsal meseleye dair görüşlerimi paylaşmaktan onur duyarım. Gazetenizin bu konuda bir yazı dizisi hazırlaması, toplumsal duyarlılığı artırmak adına çok kıymetli bir adımdır. Duyarlılığınız için teşekkür ediyorum.

“SOSYAL İNŞACI”

Sosyoloji, çocuk istismarını toplumsal, kültürel ve yapısal kökenleri olan sosyal bir problem olarak ele alır. Sosyolojik tanım, olgunun bireysel boyutunu aşarak, onu besleyen ve yeniden üreten toplumsal bağlamı anlamaya odaklanır. Bu çerçevede çocuk istismarı bir güç istismarıdır, yani yetişkinin (veya daha güçlü olanın) fiziksel, ekonomik, sosyal ve psikolojik gücünü, çocuğun iyilik halini korumak yerine onu zarara uğratacak şekilde kullanmasıdır.

“Sosyal inşacı” bakış açısıyla, istismarın toplumsal normlar ve değerlerle de ilişkili olduğu bilinmektedir. “Kızını dövmeyen dizini döver” atasözünü buna örnek olarak verebiliriz. Aynı zamanda yoksulluk, eğitimsizlik, işsizlik, göç ve sosyal dışlanma gibi faktörler de, aile içi stresi artırarak istismar riskini yükselten yapısal sebeplerdir.

Maalesef, toplum, istismarı bazen “aile içi bir mesele” diyerek görünmez kılar, sessizlik ve meşrulaştırma mekanizmaları üretir.

“TEMEL SOSYOLOJİK SEBEP:  ‘KARANLIKSAYIDIR’”

-Çocuk istismarının toplumdaki yaygınlığı hakkında ne tür verilere sahibiz? Bu verilerde zaman içinde nasıl bir değişim gözlemleniyor?

Çocuk istismarı hakkında elimizde resmi veriler olmakla birlikte meselenin gerçek yaygınlığını tam olarak ölçmek neredeyse imkânsızdır. Bunun temel sosyolojik sebeplerinden en önemlisi bence “karanlıksayı”dır. Çünkü istismar, özellikle de aile içinde gerçekleştiğinde; utanç, korku, tehdit, suçluluk duygusu, ekonomik bağımlılık gibi sebeplerden dolayı büyük oranda gizli kalır.Bu nedenle resmi kayıtlara yansıyan vakaların, buzdağının sadece görünen kısmını oluşturduğunu düşünüyorum.

Ayrıca, “fiziksel disiplin” ile “fiziksel istismar” arasındaki bulanık sınır, birçok vakayı kayıt dışı bırakır. Benzer şekilde, duygusal istismar ve ihmal çoğu zaman “normal” bir davranış olarak görülebilir ve hiçbir zaman rapor edilmez.

“RESMİ İSTATİSTİKLERDEKİ ARTIŞ  ‘DAHA FAZLA İSTİSMAR OLUYOR’ ŞEKLİNDE YORUMLANAMAZ”

Son 10-15 yılda, özellikle de 2005 Türk Ceza Kanunu reformu ve sonrasındaki yasal düzenlemelerle, çocuk istismarı suçları daha görünür hale geldi. Resmi istatistiklerdeki artışı, “daha fazla istismar oluyor” şeklinde yorumlayamayız. Toplumun ve kurumların konuya olan duyarlılığı artmıştır. İhbar mekanizmaları (ALO 183 gibi) daha etkin çalışmaya başlamıştır. Dahası medyada daha çok yer bulduğu için insanlar tanıdık oldukları vakaları rapor etmeye başladılar. Sizinle olan bu röportajın da bu anlamda çok kıymetli olduğunu dile getirmek isterim.

“İSTİSMAR BELİRLİ GRUPLARA ÖZGÜ DEĞİLDİR”

-Farklı sosyoekonomik gruplarda, kültürel bağlamlarda veya coğrafi bölgelerde çocuk istismarının görülme sıklığı ve biçimleri farklılık gösterir mi? Gösterirse, bu farklılıkların sosyolojik nedenleri nelerdir?

Elbette. Bu, sosyolojinin tam da merkezinde olan ve Bursa gibi çok katmanlı bir şehirde gözlemlenebilen çok kritik bir soru. Kısa cevap: Evet, hem görülme sıklığı hem de biçimleri derinden farklılık gösterir. Ancak buradaki temel yanılgı, istismarın sadece belirli gruplara özgü olduğunu düşünmektir. Gerçekte, istismar her sosyoekonomik grupta, her kültürde ve her coğrafyada görülür; ancak tezahür etme biçimleri, sebepleri ve toplumun buna tepkisi bu bağlamlara göre şekillenir. Örneğin düşük sosyoekonomik gruplarda fiziksel istismar ve ihmal daha belirgin bir şekilde görülürken, yükeksosyo ekonomik gruplarda fiziksel istismar daha az görünür olabilir, ancak duygusal istismar ve ihmal çok daha yaygındır. Geleneksel hayat biçimini benimseyen toplumlarda “disiplin” adı altında fiziksel cezaların normalleşmesi görülür. Bireyci modern toplumlarda ise daha az fiziksel şiddet, ancak daha sofistike duygusal ve psikolojik istismar biçimleri (aşırı eleştiri, koşullu sevgi) ile karşılaşmaktayız.

-Aile yapısı, ebeveynlerin eğitimi ve sosyoekonomik durumu gibi faktörlerin çocuk istismarı üzerindeki etkileri nelerdir?

Bu faktörler, istismarın doğrudan nedeni olmasalar bile, onu besleyen risk ortamını inşa eden ana yapı taşlarıdır. İstismar, bu faktörlerin yarattığı stres, bilgisizlik ve desteksizlik ortamında filizlenir. Bu faktörler istismar için riski artırır, ancak asla kaçınılmaz kılmaz. Yoksul, az eğitimli, parçalanmış bir ailede sevgi dolu, şiddetten uzak bir çocuk yetiştiren ebeveynler olduğu gibi; varlıklı, eğitimli ve “düzgün” görünen ailelerde de ciddi istismar vakaları yaşanabilir. Temel mesele, bu faktörlerin yarattığı stres yükünü ve bu stresle baş etmek için bireyin sahip olduğu psikolojik kapasite ile sosyal destek ağlarının varlığıdır.

Sorunun çözümü, sadece bireyleri suçlamak veya eğitmek değil, aynı zamanda ailelerin üzerindeki yapısal stresi azaltacak politikalar (sosyal yardımlar, istihdam olanakları, erişilebilir ve kaliteli çocuk bakım hizmetleri) ve sosyal destek ağlarını güçlendirecek mekanizmalar (aile danışmanlık merkezleri, mahalle destek grupları) geliştirmektir.

“BURSA GÜÇLÜ GELENEKSEL DEĞERLERİN

DÖNÜŞTÜĞÜ BİR LABORATUVARDIR”

-Toplumsal normlar, değerler ve cinsiyet rolleri çocuk istismarını nasıl etkileyebilir?

Bir sosyolog olarak şunu netlikle söyleyebilirim: Toplumsal normlar, değerler ve cinsiyet rolleri, istismarı doğrudan tetiklemez ancak onun için son derece verimli bir “ekosistem” inşa eder. Bu ekosistem, istismarı meşrulaştırabilir, görünmez kılabilir ve hatta bazı formlarını teşvik edebilir.

Bursa, hem geleneksel değerlerin güçlü olduğu hem de modern, kentli yaşamın bu değerleri dönüştürdüğü bir laboratuvardır. Bir tarafta “aile namusu” gibi eski normların istismarı nasıl örttüğünü gözlemlerken, diğer tarafta modern ebeveynlik kaygılarının yarattığı yeni duygusal istismar biçimlerini de görmek mümkündür. Çözüm, sadece yasaları değiştirmekle değil, bu derinlere işlemiş toplumsal norm ve değerleri dönüştürmekle mümkündür.

“TEKNOLOJİ VE İNTERNET ÇOCUK İSTİSMARINDA ÇİFT YÖNLÜ BİR KILIÇ”

-Teknolojinin ve internetin çocuk istismarı üzerindeki rolü nedir? Yeni istismar biçimleri ortaya çıkıyor mu?

Elbette. Bu son derece güncel ve kritik bir soru. Teknoloji ve internet, çocuk istismarı bağlamında çift yönlü bir kılıç işlevi görüyor: Hem istismarı kolaylaştıran yepyeni ve tehlikeli mecralar yaratıyor siber zorbalık vb. gibi hem de önleme, farkındalık yaratma ve mücadele etme konusunda güçlü araçlar sunuyor.Teknoloji, sorunun bir parçası olduğu kadar, çözümün de çok önemli bir parçası haline gelmiştir diyebiliriz. Teknoloji, çocuk istismarıyla mücadelede yeni ve devasa bir cephe açmıştır. Mücadele artık sadece fiziksel dünyada değil, dijital dünyada da verilmek zorundadır.

“ÇOCUK İSTİSMARI BİREYDE KALICI İZLER BIRAKIR”

-Çocuk istismarının bireyler üzerindeki kısa ve uzun vadeli psikolojik, sosyal ve fiziksel etkileri nelerdir?

Çocuk istismarının etkileri, bireyin tüm yaşamına yayılan derin ve kalıcı izler bırakır. Kısa vadede; korku, depresyon, güven kaybı, sosyal içe çekilme ve fiziksel yaralanmalarla kendini gösterir. Uzun vadede ise bu etkiler kronikleşerek travma sonrası stres bozukluğu, düşük benlik saygısı, ilişki kurmada ciddi zorluklar ve hatta madde bağımlılığı gibi sorunlara dönüşebilir. Daha da çarpıcı olanı, beyin gelişimini olumsuz etkileyerek öğrenme ve dürtü kontrolünde bozukluklara yol açması ve ileri yaşlarda kronik fiziksel hastalık riskini artırmasıdır.

Sosyolojik açıdan bakıldığında, bu bireysel travmalar toplamda bir toplumsal maliyete dönüşür. İstismara uğramış bireylerin üretkenlik potansiyeli düşer, sağlık ve sosyal hizmet sistemlerine olan ihtiyaç artar ve mağdurların bir kısmı şiddet veya suç döngüsünün parçası olabilir. Bu nedenle, istismarla mücadele sadece bireyleri iyileştirmek değil, aynı zamanda toplumun sağlığını ve huzurunu korumak için de hayati önem taşır.

-İstismarın mağdurların eğitim, iş hayatı ve sosyal ilişkileri üzerindeki etkileri nelerdir?

İstismar yalnızca bir anın travması değil, yaşam boyu süren bir sosyal dışlanma ve dezavantajlı olma durumunun tetikleyicisidir. Eğitimde yaşanan kayıp, ekonomik fırsatlara erişimi kısıtlar; bu da sosyal statüyü düşürür. Sosyal ilişkilerdeki zorluklar ise destek ağlarının zayıflamasına neden olur. Bu kısır döngü, mağduru toplumsal hayatın dışına iterek yalnızlaştırır.

-İstismarın kuşaklar arası aktarımı söz konusu mudur? Eğer öyleyse, bu döngüyü kırmak için neler yapılabilir?

Evet, maalesef istismarın kuşaklar arası aktarımı söz konusudur. Bu, bir “kader” veya “genetik bir geçiş” değil, öğrenilmiş ve travmatize olmuş davranış kalıplarının bir sonucudur. Ancak bu aktarım kaçınılmaz değildir. Pek çok istismar mağduru, farkındalık ve destek sayesinde bu döngüyü kırarak kendi çocuklarına sevgi dolu ve şiddetsiz bir ortam sağlayabilmektedir.

Kuşaklar arası döngüyü kırmak, bir neslin travmasını diğerine miras bırakmamak anlamına gelir. Bu, uzun soluklu, sabırlı ve çok disiplinli bir çaba gerektirir. Bireylerin iyileşmesine yardım etmek, aileleri güçlendirmek ve onları çevreleyen toplumsal koşulları iyileştirmek, bu karanlık zinciri parçalamanın tek yoludur. Umut, bu kapsayıcı ve önleyici müdahalelerde yatmaktadır.

‘DUYARLI TANIK’

-Çocuk istismarını önlemeye yönelik etkili sosyolojik stratejiler nelerdir? Toplum temelli önleme programları nasıl tasarlanmalı ve uygulanmalıdır?

Değer Dönüşümü stratejisi yoluyla “Dayak cennetten çıkmadır” gibi atasözlerinin yerine, pozitif disiplin yöntemlerini teşvik eden kampanyalar yürütmeliyiz. Erkek çocukların duygusal ifadelerini bastıran, kız çocuklarını itaatkârlığa zorlayan kalıpları kırmalıyız.

Sosyal Destek Ağlarını Güçlendirme stratejisi ile komşular, öğretmenler ve akranların istismar şüphesi durumunda nasıl harekete geçeceğini öğreten eğitimler verilmeli “duyarlı tanık” sayılarını arttırma yoluna gidilmeli.

-Mağdurlara yönelik destek mekanizmaları nelerdir? Bu mekanizmaların etkinliği nasıl artırılabilir?

Mağdurlara yönelik destek mekanizmaları, tedavi edici ve iyileştirici hizmetler bütünüdür. Bu mekanizmalar, mağdurun yaşadığı travmayı atlatmasını, yeniden topluma katılmasını ve istismar döngüsünü kırmasını sağlamayı amaçlar. Psiko sosyal destek hizmetleri, tıbbi destek hizmetleri, hukuki ve idari destek ile sosyal ve ekonomik destek bu mekanizmalar arasındadır.

Etkili bir destek mekanizması, mağduru pasif bir “yardım alıcısı” olarak görmekten ziyade, onun aktif bir “iyileşme süreci öznesi” olarak görmelidir. Sistem, mağduru güçlendirmeli, seçimlerine saygı duymalı ve onu toplumsal hayata yeniden kazandırmayı hedeflemelidir. Bu, ancak koordineli, kaynaklı ve insan odaklı bir yaklaşımla mümkündür.

-Çocuk istismarıyla mücadelede mevcut yasal düzenlemeler ve politikalar yeterli midir? Hangi alanlarda iyileştirmeler yapılabilir?

Türk Ceza Kanunu (TCK) madde 103 ve devamı, çocuk istismarını ağır cezalarla yargılayan hükümler içerir. Ayrıca Çocuk Koruma Kanunu ve 6284 sayılı Ailenin Korunması Kanunu gibi koruyucu hukuki araçlar mevcuttur. Türkiye’de çocuk istismarıyla mücadelede yasal düzenlemeler teorik olarak güçlü olsa da, uygulama, koordinasyon ve önleme odaklı politikalar noktasında sıkıntılar yaşanmaktadır.

Hukuki alanda yapılacak iyileştirmeler konusunda bir hukukçunun yaklaşımı elbette çok daha yerinde olmakla birlikte bir sosyolog olarak şunları söyleyebilirim: Öğretmenler, sağlık çalışanları, kolluk kuvvetleri ve din adamları gibi çocuklarla teması olan tüm meslek gruplarına istismarı fark etme ve müdahale etme eğitimleri verilmelidir. Alanda çalışan uzman personelin iş yükü azaltılmalı ve daha etkin sahada çalışabilmeleri için kaynak sağlanmalıdır. İyileştirme, cezalandırmadan çok koruma ve önleme üzerine inşa edilmelidir.

“MEDYA, “HABER DEĞERİ” İLE “ETİK SORUMLULUK” ARASINDA DENGE KURMALIDIR”

-Medyanın çocuk istismarı konusundaki farkındalığı artırma ve kamuoyunu bilgilendirme rolü nedir? Medyanın etik sorumlulukları nelerdir?

Medya, çocuk istismarıyla mücadelede en güçlü silahlardan biri olabileceği gibi, ikincil bir travma kaynağı da olabilir. Rolü, yalnızca haber vermek değil; toplumsal farkındalığı şekillendirmek, damgayı kırmak ve önleyici politikaları desteklemektir.

Medya, “haber değeri” ile “etik sorumluluk” arasında denge kurmak zorundadır.  Etik ilkelere uygun habercilik, yalnızca mağdurları korumakla kalmaz, aynı zamanda toplumu daha duyarlı, daha bilinçli ve daha aktif bir mücadele için güçlendirir.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.