TEŞHİRCİLİK: Boşluğun Giydirilmiş Hâli
Bir görünürlük çağında içsel yokluğun anatomisi / modern zaman patolojisinin utançla örtülmemiş hâli /Gizli eksiklik
İnsan kendine yetemediğinde, başkalarının bakışına muhtaç hale gelir. İşte tam burada başlar teşhir. Bu bir cinsellik değil, bir çaresizlik biçimidir. Modern birey, varoluşu göstermekle karıştırdı. İçi boşaldıkça kabuğunu parlatmaya koyuldu. Ruhu sönerken, gövdesine spot tuttu. Ve biz buna “özgüven” dedik!
Oysa bu, görünmezlik korkusuyla parlamaya çalışanların içten içe çürüyen bir refleksidir.
Teşhircilik, yalnızca klinik psikolojide bir parafili olarak değil, aynı zamanda postmodern kültürün gündelik sapması olarak da karşımıza çıkar. DSM-5’e göre bu bir bozukluktur: başkalarının rızası dışında, mahrem beden bölgelerini sergileme dürtüsünün kontrol edilememesidir.
Ama biz bunu hashtag’lerle kutsadık. Estetikle paketledik. Tüketilebilir kıldık.
Teşhirci, içten çürür; dıştan parlar. Teşhircilik, öz güvenin değil; kendilik yoksunluğunun, şahsiyet eksikliğinin, haysiyet kaybının çığlığıdır. Bir bireyin kendi ruhuna duyduğu utançtan doğar. Gösterdikçe güçlü hissetmez ve saklayamadıkça acizleşir.
Yitirilen ruh bedenini teşhirle satmaya başlar. Ruhunu büyütemeyen, mahrem uzuvlarını büyütmeye, Zekâyı besleyemeyen bedenini doyurmaya başlar. Ama doyumsuzluk aksine artar.
Ve bu bireyler evliyse, aldatılma potansiyelleri gibi aldatma potansiyelleride yüksektir. Çünkü sadakat, içi dolu bir benliğin yansımasıdır. Güçlü görünselerde içerde mutlak bir değersizlik kırılgan bir yapı barınır. Teşhircilik sadece bireysel bir patoloji değil; ilişki dinamiklerini, sadakati, hatta toplumsal bağların güven temelini de çürüten bir zemindir.
Yani sadece bireyin değil, ilişkilerin de ruhu bu sahnede çatlamaya başlar.
Çünkü teşhircilik, yalnızca bir “görünme arzusu” değil; karşılıklı mahremiyete dayalı bağların altını oyan görünmez bir virüstür.
Modern çiftler, birbirlerinin gözlerine değil; başkalarının ekranlarına yönelmiş bakışlara yeniliyor.
Bedenin serbestçe pazarlanması, zihinsel sadakati değersizleştiriyor.
Ve bu yüzden bugün aldatma, yalnızca bir eylem değil;
Bu yüzden modern birey sadece kendini değil, sevdiğini de aldatarak harcar.
Çünkü mahremiyetin değersizleştiği bir düzlemde, sadakat anlamını yitirir; bağlılık zayıflar.
Sadakatleri şekilsiz, duyguları geçicidir.
Şahsiyetin, sadakatin ve kalıcılığın temeli iç bütünlüktedir.
Psikolojik olarak teşhircilik, derin bir onay arayışının, kendi iç değerine duyulan güvensizliğin dışavurumudur.
Ve bu bastırılmış yetersizlik duygusu, ilişkilerde güven gibi hayati bir zeminin altını oyup kişiyi sürekli olarak dış onayla beslenmeye zorlar.
Böyle bir yapıdaki birey, ilişkide kalsa bile bağlı kalamaz.
Çünkü bağlılık, dışa değil; içe yönelmiş bir denge ister.
Teşhirci birey bu dengeyi kuramadıkça, karşısındakini değil; kendi boşluğunu sabote eder.
Peki ya ona tapanlar ya da aynileşmiş sapkınlar?
İşte esas sefalet orada başlar. Çünkü bu gösterinin izleyicisi olmak, bizzat kendi boşluğunun aynasında kaybolmayı kabul etmektir.
Teşhirci arzularını teşhir eder, ona tapan ise kendi eksikliğini kutsar. Ve burası tam da ahlakın çürümeye başladığı yerdir.
Etik yalnızca başkasına zarar vermemek değildir; aynı zamanda kendini küçültmemek, şahsiyetini çürümüş bir düzene peşkeş çekmemek, haysiyeti zarafetsizlikle değiş tokuş etmemek, yüceltiyormuş gibi yapan çürümüş bir düzene methiye düzmemektir.
Toplum, kendini bu kadar bedenle tanımlarken, aklı küçümsedi. Zarafeti bayağılıkla değiştirdi.
Ve en korkuncu: karakteri, algıya kurban etti. Oysa bir kadının veya erkeğin mahremiyeti, onun şerefiydi.
Her yerde olan, hiçbir yere ait değildir. Görülmek için her şeyini sergileyen, aslında içinde taşıdığı hiçbir şeye güvenmiyordur. Bu yüzden teşhirciliğe övgü düzen, ahlaki bir utancı süsleyip vitrine koymaktır ve bu her iki taraf içinde her türlü kayıptır.
Ona düşenler: bedenin peşinde ruhunu kaybeden, bakarken aklını yitiren, arzuyla taparken insanlığından vazgeçen figüranlardır.
Beğeniyi erdem sananların değer terazisi çoktan kırılmıştır. Derinlik yitmiştir.
Beden üzerinden kurulan hayranlık, ruhun sefaletini bir anlığına perdeler.
Ve perdeler çoğaldıkça, karanlık genişler.
Teşhir edilen bedenin ardında, ağlayan bir benlik vardır.
Ve ona bakan gözler, kendi yoksulluğunu susturmak için tapar.
İçgörü yoksunu bakışlar, gösterilen her şeyi hak zanneder.alışkanlık geliştirir ve kendini değerlerini yok eder.ettikçe yalandan tatminkar ve içten yok olduğu bir
Ve sonra buna “özgürlük”, “açıklık”, “kendin olma cesareti” der.
Oysa o sahnede ne özgürlük vardır, ne kişilik.
Sadece kendi bedenini kutsayan ve sonra başkalarının onurunu hiçe sayan çürük bir alkış ekonomisi bulunmaktadır.
Ve bu sahneye katılanlara dair acı bir gerçek daha:
Bu alanlara düşen kadınlar da erkekler de, sanıldığının aksine arzu nesnesi değil; kısa vadeli hazda kullanılan, uzun vadede arzunun çöküşüne sebep olan figüranlardır.
Mesafesizlik, teşhirciliğin ön koşuludur.
Görsel uyarana maruz bırakıldıkça desensitize olan sinir sistemi, eninde sonunda tepkisizliğe düşer.
Kadınlarda duygusal ve bedensel değersizlik hissi, erkeklerde ise zamanla gelişen ereksiyon kaybı bu çöküşün fizyolojik yansımasıdır.
Bu yüzden teşhircilikle tahrik ya da tatmin olunmaz, zamanla tahribat yaşanır.
Ve sürekli maruz kalınan şey, bir süre sonra beyin tarafından tehdit değil, çöp olarak algılanır. İçini değil, ilgiyi hedefleyen her paylaşım; teşhirciliğin dijital bir varyantıdır.
Ve evet, bu üslup belki sert…
Ama bu çürümüşlük karşısında zarafeti koruyarak yazmak artık bir lüks.
Bir yazar olarak bu metni kaleme almak, ne yazık ki kalbimi burkuyor. Ve belki de en çok, bir hemcinsimin kendini bu denli tüketmesine üzülüyorum.
Kadın olmak, bu kadar derin ve asaleti taşıyan bir hâlken;
sırf bakılmak uğruna bu özü yok sayması ve aslında en büyük zararı onunda kendi hemcinslerine vermesi ucuz bir alternatif oluşturması içimde bir sızı bırakıyor. Çünkü günümüz toplumunun kimlik bunalımı yalnızca bireyin ruhuna değil, bedenin görünürlüğü üzerinden ilişkilerinin derinliğine de nüfuz ediyor.
kadın olmak, arzunun nesnesi değil; hayranlığın öznesi olmaktır.
Ve bir kadın kendi öz saygısından vazgeçtiğinde, yalnızca kendini değil; tüm kadınları biraz daha görünmez kılar.
Ben bu satırları bir düşmana değil, kendini unutan bir kadına da yazıyorum.
Hatırlasın diye… neyi hak ettiğini.
Çünkü ben kalemimi bazende sözcükleri onarmak için değil, kendini satanları susturmak için kullanmak zorunda kalıyorum.
Ve eğer yolunuz bu tür biriyle kesişirse:
Tatlıca uyarın.
Bir yetkiliyseniz müdahale edin.
Etmez nemalanırsanız edenler olacaktır.
Onurlu durun.
Bir insansanız, kokmuşluğu büyütmeyin.
Çünkü çürümüşlüğü alkışladığınız her an, sadece izleyici değil, suç ortağı da olursunuz.
Unutmayın; Gerçek zarafet, gözlerden değil içeriden yükselir.
Ve en yüksek özgürlük, görünmeden de var olabilmektir.
Ez cümle:
Sergi ne kadar çoksa, o kadar az şeyin kalmıştır içeride.
Ve ona ne kadar çok tapıyorsan, sende bir o kadar eksiklik büyüyor.
Son yıllarda okuduğum en iyisi..Harikasınız..