Tezkiye

18.09.2025
A+
A-

​Son zamanlarda dünya üzerinde ve ülkemizin zemininde, oturduğumuz her sohbette aynı hayıflanmaya, aynı derin kırılganlığa rastlıyorum: Umutsuzluk. İnsanların gözlerindeki o boşluk, artık sadece kişisel kayıplardan değil; toplumsal çürümeden, omurgalı ve ilkeli insanların giderek azalmasından doğuyor. Gördüğüm o ki, çalışkan, dürüst, gerçekten iş üreten insanlar sessizce bertaraf edilirken; vasıfsız, riyakar, yalakalıkla yükselen, çıkar ilişkilerine bağımlı, düsturdan ve kaideden bihaber kitleler sahneyi dolduruyor.

​Bu manzara yalnızca bireysel adaletsizliklerin toplamı değil, aynı zamanda sistematik bir çürümenin işaretidir. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2024 verilerine göre, küresel düzeyde “liyakat ilkesinin göz ardı edilmesi” çalışan verimliliğini %20’nin üzerinde düşürmüş durumda. Ancak bu tablo, sadece ekonomik ve psikolojik bir krizin değil, aynı zamanda ruhsal bir kuraklığın da somut yansımasıdır. Zira dış dünyadaki bu düzensizlik, iç dünyamızdaki manevi bağın kopuşundan beslenir. İnsan, tekrar tekrar haksızlığa uğradığında, mücadele etmeyi bırakmakla kalmaz; o haksızlığın ruhunu kurutmasına izin verir. İşte Martin Seligman’ın “öğrenilmiş çaresizlik” kavramı, tam da bu ruhsal teslimiyeti anlatır.

​Oysa kadim öğretiler, bu çölleşmiş düzene karşı ruhun direnişini, bir nevi tezkiyesini fısıldar. Tao Te Ching, “Adaletsizlikle yükselen her yapı, kendi içinde çürür” der. Bu, sadece tarihi bir gerçek değil, aynı zamanda evrenin ruhsal yasasıdır. Sufi geleneği, “Niyet temizse, akıbet de temiz olur” derken; Lao Tzu, “Büyük bir acıyı hissetmeden önce, küçük bir uyarıyı hissetmelisin” der. Bu fısıltılar, hakikatin yeryüzünde bir tohum gibi ekili olduğunu ve er ya da geç filizleneceğini hatırlatır. Coğrafyalar, diller ve dinler farklı olsa da, bu ruhsal yasa tektir: İlahi adalet ertelenebilir, ama asla iptal edilmez.

​Bugün Nepal’de bir adam, karısını ev yangınında kaybetti; sebebi, yerel yöneticilerin yıllardır görmezden geldiği altyapı eksiklikleriydi. Aynı günlerde başka bir ülkede, kendi cenahına ait olmayan bir cenazede “oh” naraları atanların sesi yankılandı. İşte bu manzaralar, yalnızca bireysel vicdansızlık değil, aynı zamanda ruhunu kaybetmiş, çoraklaşmış bir toplumun fotoğrafıdır. Ve her fotoğrafın bir negatifi vardır: bu düzeni tersine çevirecek olan, adaletin ruhudur.

​Evet, bugün belki haksızlık kazanıyor gibi görünüyor. Ama tarihe bakın: Roma’nın ihtişamı, Hitler’in kudreti, Stalin’in baskısı, Mussolini’nin gururu… Hepsi kendi en güçlü anlarında çöküşe geçti. Çünkü zulümle büyüyen hiçbir yapı baki kalmaz; zira zulüm, en başta ruhu zehirler ve kendini içten içe çürütür.

​Ve tam da bu nedenle, umudu yitirmemek, ruhsal bir ahlak meselesidir. İlahi adaletin sessizliği, adaletsizlik değil; bizim sabırsız gözlerimizin göremediği, büyük ve ruhani bir hazırlıktır. Bize düşen, bu sessizliğe sabırla tanıklık etmek, hakikatin er ya da geç tecelli edeceğine dair sarsılmaz bir inancı kalbimizde taşımaktır. Çünkü evrenin terazisi şaşmaz; biz sadece sabırsızız.

​Siz kendinize sahip çıkın, hakkı korkusuzca haykırın. Çünkü en nihayetinde hak tecelli eder, suçlu cezasını çeker.

​Sevgiyle kalın insan güzelleri.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.