Thomas Mann ve Buddenbrooklar/Bir Ailenin Çöküşü-7

07.02.2022
A+
A-

Thomas Mann, circa 1916

Wedekind’in Lulu’dan önce kaleme aldığı, sözü edilen kitabının katalizörü olduğu vurgulanabilecek eseri Frühlings Erwachen, yine, ucu keskin ve sivri okların burjuva sınıfına çevrildiği bir tiyatro metni olarak gün yüzüne çıkmıştır.

Nesrin Kazankaya’nın Türkçeye, Çalışlar’ın dilinin gerisinde kalmayarak ve İlkbahar Uyanışı adını vererek kazandırdığı eserde Wedekind, ergenlikte uyanan aşk ve cinselliği, burjuva sınıfının, oluşturduğu ahlaksız ahlak düzeneğiyle bastırmaya çalışmasını, Ludu’daki mağdur edilmeye çalışılan karakterlerle mağdur edenleri bu düzenek sayesinde çatıştırmasını ve cebini böyle bir strateji takip ederek doldurmasını irdelemiştir.

Eserlerinde psikanalizin nimetlerinden, sadece Mann’ı değil, Sigmund Freud’u ve onun izini takip edenleri de gölgede bırakarak istifade eden Wedekind, burjuva sınıfının, her kavram gibi psikanalizi de ahlaksız ahlakını belleklere kazıdığı düzeneğinin aleti hâline getireceğini, satır aralarını okumaya vâkıf okura uzun uzun anlatmıştır.

Geçen yıllar, Wedekind’in yanılmadığını gözler önüne sermiş, burjuva sınıfı, Freudçuluğun sırtını sıvazlayarak Freud’u ve psikanalizi fasit daireye mahkûm etmiş ve önce kapitalizm, sonra da neoliberalizme alet etmekte gecikmemiştir.

Türkçe edebiyatın adı bir çırpıda akla gelmeyen kalemi Mehmet Seyda, psikanalizden, kendisinden önceki isimlere göre daha fazla beslendiği metinlerde, Türkiye’de aslında olmayan ama oldurulmaya çalışılan burjuva sınıfının bastırma fiilini pratiğe nasıl döktüğünü Wedekind’in dudaklarını uçuklatacak düzeyde ele almıştır. Sözü edilen eserlerin bugüne kadar, üzerinde durulan bağlamda ele alınmamasına, Türkiye’deki eleştiri mekanizması hesaba katıldığında şaşırmamak gerekir.

Wedekind’le aynı dönemde kitaplarını çoğaltan Octave Mirbeau da burjuva sınıfına yüklenmiştir ama onu daha çok genel manzara ilgilendirmiştir.

Marksizmin İngiltere’de dallanıp budaklanmasında ve verimli meyvelerini vermesinde etkili olan Eric Hobsbawm, aynı cereyanı Amerika Birleşik Devletleri’ne postmodernizmle taşıyan Fredric Jameson dâhil, sosyal bilimcilerin odaklarına almaktan imtina etmedikleri Mann, burjuva sınıfını, Johann Wolfgang von Goethe’nin eserlerini, kendi eserlerinin tüzüğü olarak kullanırken de sorgulamıştır.

Goethe gibi, sadece Batı’da değil, Doğu’da da, soyismi üzerinden düzey yoksunu sözümona espri yapan ve yapılmasına zemin hazırlayan güruh hariç, yere göğe sığdırılamayan, oryantalist hezeyan koleksiyonculuğunun olabildiğince uzağında duran Batı- Doğu Divanı gibi, yüzyıllar öncesinden bugüne ışıldak tutan bir esere imza atan yazarı örnek alması hatta alter egosuna nüfuz etmesine izin vermesi Mann’ın burjuva sınıfıyla Wedekind ve Mirbeau’nun kullandıkları kadar sert bir dille hesaplaşmamasını beraberinde getirmiştir.

Adları anılan isimler kadar sert bir duruş sergilemese de; Moliére, Stendhal, Émile Zola ve cümlelerine onlar kadar değer verdiği Maksim Gorki’den daha nahif olmadığı da unutulmaması gereken Mann, Goethe’yle bağ kurarken onun Genç Werther ve Faust adlı karakterleriyle meşgul olmuştur. Zaten Mann’ın alter egosunu Goethe’ye teslim etmesinde, sözü edilen karakterlerin katkısı çok büyüktür.

Genç Werther, 1939’da yayımlanan Lotte in Weimar (Lotte Weimar’da) başlıklı romanının merkezine otururken, Faust da, okurlarıyla 1947’de buluşturduğu Doktor Faustus’ta hâkimiyetini ilan etmiştir.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.