Türkiye’de ekonomik gidişat
Doç. Dr. Metin Özdemir: İşgücüne katılım, cinsiyet vb. faktörleri bir yana bırakarak istihdam için büyümenin önemli olduğu ortada. Yakın zamanda ekonominin yeniden potansiyel büyüme düzeyine yönelebileceği hususunda kuşkular var ve tahminler de pek iyimser değil.
Nesibe CÜRE
Uluslararası dengelerin yeniden şekillendiği bir dönemden geçiyoruz. Mevcut düzenin hızla değişim gösterdiği ama bu değişimin şeffafsızlığı ekonomik açıdan ülkeleri belirsizliğe sürükler nitelikte. Gelişmekte olan ülke konumunda olan Türkiye de bu belirsizlik ortamından nasibini almakta. 2018 yılından bu yana ekonomik açıdan dar zamanlar geçirmekte olan Türkiye’de, işsizliğin artması ve istihdam sorunu, TL’nin alım gücünün düşüklüğü, bütçe dengesinde oluşan bozulmalar ve Merkez Bankası’nın yapmış olduğu açıklamalarla ilgili Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Metin Özdemir’e bazı sorular yönelttik.
Öncelikle IMF’in geçtiğimiz günlerde Türkiye hakkındaki raporundan başlamak isterim. Kötü bir tablo çizilmediğini görüyorum raporda fakat dikkatimi çeken bir yer oldu.
“Bir süredir ekonomiyi canlandırmak amacıyla uygulanan büyümeye yardımcı gevşek maliye politikası daha öteye götürülmemeli. Bütçe gelir ve giderleri arasında gelirler aleyhine giderek açılan fark, Türkiye’nin en önemli gücünü oluşturan düşük borç yükünü tehdit ediyor.”
Türkiye’den istenen nedir burada?
Mali disiplin, IMF ‘nin klasik politika önerilerinden biri. Ekonomi, Ağustos 2018’de olduğu gibi bir şok ile karşılaştığında eğer sağlıklı bir bütçe disiplininiz var ise bu size şoku atlatabilmek için gerekli mali alanı sağlıyor ve vatandaşı ve reel sektörü destekleyici adımlar atabiliyorsunuz. Halen bütçe açığı önemli ölçüde yükselmiş durumda ve Hazine borçlanma sınırını yılın ilk yarısında aştı, gelirler ise bedelli askerlik, TCMB’den yapılan aktarımlar gibi bir seferlik gelirlere dayalı. Ayrıca kamunun yüksek yatırımlar ile üstlenmiş olduğu koşullu yükümlülüklerin potansiyel maliyetlerine de dikkat çekiliyor. Dolayısıyla, kamunun daha rasyonel kaynak kullanması ve bütçe ile ilgisi olan ancak merkezi olmayan yapıların şeffaf bir biçimde ortaya konulması gerekli. Ayrıca kamu mali destek veriyor ya da çeşitli kurtarmalar yapıyor ise desteğin kullanım alanları ve ortaya çıkan sonuçların izlenmesi gerekli. Bu sadece bütçenin sağlıklı işleyişi ile ilgili olarak değil, makroekonomik sorunlardan doğan refah kayıplarının maliyetinin toplum kesimleri arasında adil dağılımı içermesi gerekliliği olarak ta ahlaki bir boyut taşıyor. Bunlar IMF istiyor diye değil, bizim zaten gelişmiş bir ekonomi ve modern bir toplum olarak yerine getirmemiz gereken hususlar.
Ekonominin giderek kötüleştiği algısı var halk arasında, TL’nin alım gücünün düşük olması, asgari ücretin yetersizliği, işsizliğin artması gibi nedenlerden dolayı. Fakat göstergelere bakıldığında bir toparlanma eğiliminde olunduğu da görünüyor. Sizin bu konu hakkında görüşünüz nedir? (Türkiye’nin döviz rezervinin düşük olmasının açtığı sıkıntılar nedir?)
Ekonomi bir şok yaşadığında önce finansal piyasalarda etkisi görülür, ülkenin kur, borçlanma faizi, risk primi gibi göstergeleri kötüleşir. Zamanla bu durum vatandaşa, reel sektöre ve oradan da büyüme ve istihdama yansır. Burada mesele doğru zamanda doğru politika tepkisinin verilmesi ile ilgili, 2017’deki kredi genişlemesine dayalı yüksek büyüme sürdürülebilir değildi, özellikle para politikası tepkisi gecikince ve politik sorunların da katkısıyla ekonomi önce kur şoku yedi sonra da geç davranan para politikası faiz şokunu beraberinde getirdi. 2008 krizi sonrası verilen politika tepkileri ve krizi aşmak için finansal olmayan reel sektöre dövizle borçlanma imkânının getirilmesi yerindeydi, ancak bu politikanın uzun süre devam etmesi yüksek döviz borçlusu bir finansal olmayan reel kesimi beraberine getirdi. Vatandaşta kendini korumak için, para politikası faizleri artırmada geç kalınca son 1 yılda 30 milyar dolara yakın döviz topladı. Acaba ekonomide kur şokları mı yoksa faiz şokları mı daha ciddi tahribat yaratıyor, bu soruya vereceğimiz yanıt çok kritik. Çünkü ekonomide kur değişimleri ya da faiz şoklarının hangi sektörler ya da toplum kesimleri üzerinde etkide bulunduğu fevkalade önemli. Alınacak önlemleri de belirleyen bir niteliğe sahip. O halde kur ve faiz şokunun bir arada olduğu Ağustos 2018 krizinin etkileri yukarıda değindiğim göstergelerde iyileşme doğursa da şoktan etkilenen kesimlerin sorunlarının sürdüğü görülüyor, bu nedenle kanımca ılımlı bir toparlanma olsa da henüz büyüme üzerinden hissedilmiyor, bunun için faiz indirimlerinin etkisinin ortaya çıkacağı yılın son çeyreğini beklemek gerekli. Yine de kamu bankalarının yılın başından beri sağladığı kredi desteği ve açılan bütçe ile büyümedeki daralma bir ölçüde sınırlandı. Ancak ülke risk primi halen yüksek seviyelerini koruyor ve bu bizi diğer benzer ülkeler arasında kırılgan bir görünümde tutuyor. Döviz rezervleri, yüksek risk primine bağlı olarak borçlanma maliyetinin artışına karşı kısa vadede ödeme kabiliyetinin olup olmadığını gösterdiği için önemli. Yüksek özel kesim döviz borcunu da dikkate almamız gerekli. Ancak unutmayalım, cari dengede uzun süreden beri bir daralma var ve katkı veriyor. Tabii bu daralan iç talep ve ithalat kaynaklı olunca büyümeyi de olumsuz etkiliyor. İhracat artışı ise Euro alanındaki daralma nedeniyle sınırlı kalmış durumda.
Bütçe dengesinde bozulmaların mevcut olduğu gözlemleniyor. Bu durumda yapılması gereken hamleler nedir? Merkez Bankası nasıl bir politika izlemeli?
Bütçe dengesindeki bozulmanın ister istemez kamu zamlarını beraberinde getirdiğini görüyoruz. Tabii bu enflasyonist etkiler de doğuruyor. Sağlıklı bir bütçe için en önemli gelir kalemi vergiler, geçmiş dönemde Hazinenin vergilerin tabana yayılmasını bir hedef olarak belirlediğini biliyoruz, ayrıca kent rantlarının vergilendirilmesi uzun süredir dile getirilen bir husus. Kuşkusuz para ve maliye politikaları arasında belirli bir koordinasyonun gözetilmesi de önemli.
Tüketici Güven Endeksinde düşüş var. Tüketim olmadığında ekonomi büyüyemez, işsizlik ise artmakta olduğundan tüketim giderek azalacak. Üstelik sektörlerdeki daralma istihdamı azaltıyor. Sonbaharda da işsizliğin artması kaçınılmaz. Kısır döngüye girmiş bir durum söz konusu. Döngünün kırılması için ne yapılmalı? İşsizlik sorunu nasıl çözümlendirilecek?
Güven endekslerinde ortalama olarak bir kısmi toparlanma olsa da seviyeler düşük. Bunun artan işsizlik, yüksek seyreden enflasyona bağlı olarak daralan refah ve ekonominin geleceği ile ilgili belirsizliklerden kaynaklandığı anlaşılıyor. İşgücüne katılım, cinsiyet vb. faktörleri bir yana bırakarak istihdam için büyümenin önemli olduğu ortada. Yakın zamanda ekonominin yeniden potansiyel büyüme düzeyine yönelebileceği hususunda kuşkular var ve tahminler de pek iyimser değil. Güçlü bir politika çerçevesi iyi anlatılır ise vatandaşın ikna olabileceğine ve özel sektörün dinamizmine inanıyorum, ancak burada politik arenanın nasıl seyredeceği de önemli. Dikkat çekmek istediğim bir husus genç nüfus ve yüksek eğitim işsizliği. Eğitim ile ilgili kurumların, özel sektör ve kamunun ciddi ve uzun süre geçerli olacak bir çerçeve ortaya koyması gerektiği düşüncesindeyim. Kamunun eğitimin her aşamasında ayırdığı ciddi bütçe var, ancak istihdam boyutunun yeteri kadar dikkate alınmadığı anlaşılıyor. Hangi alanda hangi düzeyde hangi meslek gruplarına ihtiyacımız olduğunu bilmemiz gerekli. Ekonomi ile ilgili uzun vadeli hedefleri gerçekleştirmek için insan kaynağının niteliği de çok önemli. Sanayinin GSYİH içindeki payındaki gerilemeyi ve sanayi istihdamındaki düşüşü de hatırlamak gerek, gerileme önemli ölçüde inşaat ile ikam edildi ancak ikisi arasında gerek istihdam gerekse katma değer açısından farklılıklar da açık.
Geçtiğimiz günlerde MB Başkanı Murat Uysal’ın açıklamasında enflasyonun düşüşte olduğu ve daha da düşeceği vurgusu yapıldı. Fakat bu düşüşü baz etkisi belirlemeyecek mi? Bu düşüş iyileşmenin göstergesi olabilir de olmayabilir de. Ayrıca sürekli bir düşüş şuan ki durumda mümkün mü?
Enflasyon yılın son çeyreğine düşüş eğilimi ile giriyor ve baz etkisinin de katkısı var. Yılı ise çift hanelerde kapatma olasılığı mevcut. Burada büyümenin önemli ölçüde azalmasının da katkısı var. İki açıdan düşünülebilir. İlki enflasyonu TCMB kontrol edebiliyor mu? İkincisi fiyat istikrarından ne anlıyoruz? İlk mesele para politikasının geçmiş davranışları ile ilgili, burada önemli bir kredibilite kaybı var, bu ise TCMB’nin önemli ölçüde küresel koşulların etkisiyle kolay faiz indirirken bir şok ile karşılaştığında enflasyona doğru politika tepkisi verip veremeyeceğinden bir diğer deyişle gereğini yapıp faiz silahını kullanıp kullanamayacağına yönelik şüphelerden kaynaklanıyor. Eğer doğru zamanda doğru politika tepkisi vereceği biliniyor ise kredibilite size önemli bir manevra alanı sağlıyor, bu sadece eylemler ile değil sözler ile de ilgili bir durum. Örneğin Mayıs 2013 sonrası için olası bir finansal istikrarsızlık riskine karşı doğru olan faiz koridoru politikasından, enflasyondaki ivmelenmeye bağlı olarak doğru zamanda vazgeçilmediğinde elinizde kalan yüksek enflasyon ve yine kırılganlık oluyor. TCMB, yazılı metinlerinde gereken aksiyonu gerektiği zamanda uygulayabileceğini ve halen enflasyon görünümüne uygun bir para politikası izleyeceğini belirtiyor. Böyle olup olmayacağını görmek için beklemek gerek. İkinci husus ise, küresel düzeyde enflasyonun bir sorun olmaktan çıktığı ve bizim gibi ülkelerin önemli ölçüde enflasyonu aşağı çektiği ile ilgili. Uzun süredir enflasyon hedefi %5 olarak belirleniyor, ancak hedefin her zaman uzağında kalıyoruz. Fiyat istikrarı ve düşük enflasyonun toplumsal bir talep ve yüksek enflasyon dönemlerini yaşayan kuşakların bu konuda ciddi deneyimi var. Ancak enflasyon halen dünyaya göre çok yüksek ve ekonominin bu enflasyon düzeyiyle sağlıklı işlemesi güç gözüküyor, bu sorunu köklü bir biçimde çözmek sağlıklı bir büyüme için gerekli. Ayrıca para politikasının üzerine düşen işlevi yerine getirse bile sınırları var, üretimi güçlendirmek, verimliliği artırmak gerek. Yeni ekonomi programının da benzer bir tespiti yaptığını görüyoruz, ancak son dönemlerde resmi iktisat politikası belgelerinde yer alan amaç ve hedefler içsel tutarlılıkları bir yana zamanla erozyona uğruyor, bu açıdan belirgin bir uygulama iradesinin varlığı gerek.