Yıllar sonra Emin GÜMÜŞKAYA  Bursa’da

12.02.2022
A+
A-

 Hayatta en önemli şeylerden biri meslek seçimidir. Çoğu insan mesleğini para kazanmak için araç olarak kullanır. Mesleğini yaşama biçimi yapan insan sayısı yok denecek kadar azdır.

Çocukluğunda gittiği tiyatro oyunculuğuna gönül veren Emin Gümüşkaya, kursiyer olarak girdiği tiyatro sanatından, Bursa Devlet Tiyatrosu müdürü olarak emekli olmuş ve hala oyunculuğa devam eden koca çınar olarak dizilerde, filmlerde görmek mümkün.

Emin Gümüşkaya çok değerli bir tiyatro sanatçısı, uzun zaman konuştuk en sonunda sağolsun söyleşi teklifimi kabul etti.

M.Haluk YALÇINKAYA: Tiyatro sanatını bir arkadaşınız mı tavsiye etti? Bir büyüğünüz mü teşvik etti ? Neden tiyatro sanatına nasıl başladınız ?

Emin GÜMÜŞKAYA : Merhaba efendim ben Emin Gümüşkaya, Bursa doğumlu. Bursa’nın Meydancık mahallesinde doğan biriyim. 14 yaşında arkadaşlarla beraber Halkevi Oda Tiyatrosuna giden ve orda sanatın büyüsüne kapılıp o günden bugüne gelen bir Emin Gümüşkaya. Sanat hayatımı kim, nasıl, ne şekilde başladı derseniz ben ne enteresandır ki ilkokulda bile bütün arkadaşlarım başka oyunlar oynarken ben hep tiyatro, evden kilim halı götürür tiyatro yapardım, bu ne enteresan bir iştir ya. Yani bunu da tüm samimiyetimle söylüyorum kendimi bildim bileli tiyatro, aklım fikrim tiyatro. Tabi işte bu Halkevi’ndeki  değerli abilerimiz Gökhan Mete, Nevzat Şenol, Alpay İzer, Ataol Behramoğlu ondan sonra bunların hepsi köşe başlarını tutmuş insanlar sanatçı olarak, yazar olarak, tabi sayamadığım birçok insan var Faik Elitutar, Ertan Binzet, benim tiyatroya orda başlayıp top Adnan, Adnan Yurdoğlu. Efendim hiç unutmuyorum hatta Ertan Binzet 15 yaşımda Orhan Asena’nın Kapılar oyununda bana başrol vermişti ya nur içinde yatsın, bankacı Ertan Abi. Öyle güzel öyle değerli bir insanlar ki  ondan sonra Gökhan Mete, Abdullah Şahin’in abisi Haluk, efendim Abdullah, neler yetişti yahu tiyatroda, Halkevi’nde daha doğrusu Bursa’da. İsimlerini sayamadıklarımdan özür dilerim, yani çok insan yetişti.

Rahmetli Selami abi, Selami Üney beni Bursa’da elimden tutup Halkevi’ne götüren insan, mekanı cennet olsun efendim işte çoğu da rahmetli oldu. Yani bu Halkevi Oda Tiyatrosu’ndan çok az insan kaldı ya. Ve sonra ben tabi Osmangazi, Muradiye Osmangazi Ortaokulu, lisesi falan. Devlet Tiyatrosu’na geçtim. Devlet Tiyatrosu’nda eskiden şöyle bir durum vardı; okulda da okurdunuz sene sonunda yani lise bitirme,orta okul bitirme sınavları gibi orada da sınavlar olurdu. Biz bir sürü arkadaş orda sınavlara girdik falan ama bundan evvel de ben Devlet Tiyatrosu’nda figüranlık falan da yaptım. Ali, rahmetli Ali Cengiz Çelenk’in zamanında efendim Hırçın Kız, bir sürü oyunda oynadım sonra kadroya girdim 1978’de. Ve 78’de şahane bi oyundu Düğün ya da Davul’la başladık, Türkiye’yi salladık. O günden bugüne 40-50 sene geçti yani bu sanata olan aşkım hiç bitmedi.

Tabi bu arada Devlet Tiyatrosu’nda müdürlük yaptım, en son rejisör kadrosuyla ayrıldım Devlet Tiyatrosu’ndan. Elliye yakın oyun oynadım, elliye yakın oyunun kırkbeş tanesi başroldü, çok önemli. Yani bir başrol oynamak ne demek ya çok önemli çünkü bu tanrının verdiği yetenek sizi bi yerlere götürüyor. Evet okul da okunmalı tamam ama yeteneğiniz olmazsa tiyatro falan olmaz. Zaten sevginiz de olmaz ya tiyatro bir yetenektir, musıki bir yetenektir, bunlar yeteneğe dayalı işler. Ama diyelim ki bi sinemada, bir dizide oynamak bir yeteneği gerektirmez. Çünkü orada oynayacağınızı tekrar ede ede yaparsınız, yaptırırsınız, yapabilirlerse, yapmazsa başkasını bulursunuz, ama tiyatro yetenek ister. Sinema ve dizi yetenek istediğini sanmıyorum, yetenek olsa keşke. Ama son zamanlarda tabi tiyatro da dizi de ölmüş vaziyette. Neden ölmüş vaziyette çünkü siyasetler ve siyasetin gidişatları sanata çok etkiler etki vuruyor. Gerekçesi de şu yani siz o siyasi görüşün gidişatına göre bi rol tevzi ediyorsunuz falan falan.

Şimdi bakıyorum da ben en son Çocuklar Duymasın’da “Seyyar Tayyar” rolünü oynadım. Esprili, güzel bir aile komedisi gibiydi ama yanımızdaki insanların hepsi de tiyatro kökenli. Şimdi bakıyorum sinemada, dizilerde yoldan otları sökmüşler, getirmişler koymuşlar, iki güzellik bi bilmem ne yani bunlarla o onu öldürüyor, bu bunu öldürüyor. Adam giriyor tarlada mahsul biçer gibi adamları öldürüyor kendi ölmüyor. Ve bu güzelim halkım da bunu “ya olur mu acaba” diye acabalara giriyor. Ya olmaz kardeşim, olmaz böyle saçmalıklar, çocuklarımız böyle büyümemeli ya, çocuklarımız eskiden benim çocukluğumda öyle bir saygı ve sevgi vardı ki büyüklerinin yanlarında oturmak bir adab bir şey muaşeret gerekiyordu, şimdi kimin umurunda. Annesine babasına anne-baba değil, peder-beybi falan filan böyle enteresan. Bunlar belki de başka devletlerin yozlaştırma planı da olabilir, her şey olabilir. Siyaseti seven bi adam değilim ben ama şuna inanıyorum ki ülkemiz sanki yavaş yavaş gidiyor bir yerlere ya, yani zırcahillik diz boyu, zırcahillik yüksek frekansta ilerliyor. Özellikle mi yapıldı? Bana sorarsanız siyasete girdiğinden dolayı cevap vermiyorum ama siz biliyorsunuz, neden olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Yani yazıktır günahtır, şimdi çocuklar ellerinde tabancayla dolaşıyorlar.

Benim tiyatroda oynadığım yani zaten dizilere ve filmlere girerken seçiyorum diyorum ki yönetmenler nereli, oynayan oyuncu nereli, altyapısı ne, böyle önüne gelen sizle beraber yanında gözüküp te şöhret olmak isteyenler. Herkes kendi işini yapmalı, sanatçı sanatçılığını yapmalı, yazar yazarlığını yapmalı yani herkes bağlı bulunduğu işe sıkı sıkı sarılmalı. Yoksa böyle özenip de ben sanatçı olacağım deyip de o girdabın içinde kaybolanları çok gördüm ben. Hem ne gördüm biliyor musunuz? Hazin olarak gördüm, çok kötü gördüm. Benim yani işimin yarısı Yeşilçam’ın oralarda dolaşırım, İstanbul’un heryerinde, Türkiye’nin her yerinde film çektim, Devlet Tiyatrosu’yla Türkiye’yi, Avrupa’yı beş defa dolaştım, dolaştım yani hiç böyle mutlu olabileceğimiz sanatla ilgili son zamanlarda bir şey bulamadık, yanibilmiyorum, keselim sonra daha ne yaparsak yaparız.

Berber Basri vardı, berber Basri Gümra bestekardır, ondan sonra orası da yıkıldı Yeşil kahvelerin köşesindeydi. Orada her akşam bestekarlar gelir ondan sonra müzik çalarlar ederler, benim abim de çok güzel darbuka çalardı, ondan sonra düğünlere gider, zevk için yapar, anneannem ud çalardı ya, yani musikiye şey. Bu arada Basri Sönmez dedi ki abim dedi ki Basri’ye “bu çocuk hasta” dedi, “bu tiyatro hastası, evden kilimleri halıları götürüp şey yapıyor, rezil rüsva çamura batıyor, bilmem ne”, yahu dedi “bizim Selami var, Münir Özkul’la Toreadorlar Valsi,İzmir’de Generalin Aşkı’yla, turne yapıyorlar biz şey yapalım, Selami’ye söyleyelim de seni götürsün”. Allah nur içinde yatırsın Selami abimi, beni götürdü. Orada Faik Elitutar o da nur içinde yatsın, onlar terzi Faik, Devlet Tiyatrosu’nda aynı zamanda terzilik yapıyor. Kardeşim ne oyunlar oynadık ya, yahu ortada yahu düşünebiliyor musun Haluk, 16 yaşında Toros Canavarı’nda Nuri Sayamer’i oynadım elli yaşında adamı ve beni ayakta alkışladılar, bu öyle bir motivasyon ki yani 16 yaşında bir çocuk başrol oynuyor Halkevi’nde, efendim ve millet geliyor yüz kişilik salon seni ayağa kalkıp alkışladı hayatta bunun, mutluluğun dorukları bunlar.Yani bana milyarları versen öyle duyguyu yakalayamam, yaniöyle güzelleşti ki orası hayatım sanat hayatım orada o abiler o şeyler bana ne güzel yardımcı oldular ya, işte ilk oyunum Kapılar, Güzin Evren, o Bizimkiler ’in Güzin Evren’i Alman şeyi o var, Aysel Güse var ve şey var ya kimler yok ki kardeşim ya o Adnan hoca var, o Alpay İzer var rahmetli ya ve ben onlar içinde başrol oynuyorum kardeşim, 15 yaşında bir çocuk. Ve topalı oynuyorum, Orhan Asena’nın Kapılar oyununu okuyan bilen varsa orada görecekler o rolü, ilk başlayışım başrol ve o başrol Devlet Tiyatroları’nda hep başrol olarak gitti. 25 taneye yakın ödülüm var kardeşim ama bunun yanında insanı çok seven bir yüreğim var. Yani ben herkese yardım ettim bütün gençlere, Osmangazi Kültür Merkezi’nde kurslar açtım ben, rahmetli Basri Sönmez başkan benim sınıf arkadaşımdı, çocukluk arkadaşımdı. Belediye Başkanı olduğu zaman Osmangazi’de “al ne yaparsan yap” dedi.

M.Haluk YALÇINKAYA: Bursa’ya yeni tiyatro salonu kazandırmıştınız ?

Emin GÜMÜŞKAYA : Belediyenin  çöp işleri binasını biz tiyatro yaptık ya, kimler yetişmedi ki bunlardan bir tanesi de Yasemin Yalçınkaya senin yeğenin ya, ya onlar bizim rahle-i tedrisimizden geçmişti. Neler neler, ne çocuklar mesela Zafer Algöz’debi elim vardır, Erkan Can’da elim vardır, onlar benim 14 yaşında yanıma geldiler, onları aldım ondan sonra onlara babalık abilik yaptım daha kimler, Olgun Şimşek falan bunların hepsi şimdi köşe başlarını tutmuş vaziyetteler ve çok değerliler. Bir de bunlara hiçbir şey öğretilmedi, bunları tanrı okul diye göndermiş ya, bunlarda yetenek üstü yetenekler bunlar Haluk. Yani diyorum ya yetenek çok önemli, yeteneğiniz olacak, yetenek sizi alıp uçurur yoksa kuyudan su çeker gibi uğraş dur hiçbi şey olmaz, yani dördüncü koyun, arkadan geçen beşinci figüran gibi yani öyle mutlu olabiliyorsanız olursunuz ama sanat hep enşey başını bulmak en dibini bulmak, bulamazsınız ya, yani bulmak hep aramak bulmak ve mutlu olmak. Nasıl mutlu olunur? Şak Şak Şak’la, başka para mara yok. Bugüne kadar beş kuruş kazanmadım kazanamam çünkü çağırıyor şimdi arkadaş “Emin’cim, abi bir projemiz var ama paramız yok, ne olur bize yardım et” ordayım. Başkaları şimdi çok enteresan biz Çocuklar Duymasın’da üç kuruşa oynarken öbür arkadaşlarımız helal hoş olsun bizden yüz kat fazla parayla oynadılar, bizim yüreğimizdeki sanat aşkı, neyse.

Benim oğlum Uğur’un okul arkadaşı Alparslan bak onda da emeğimiz var, o da gitti bir yerlerde bir şeyler oldu ama yani dediğim gibi Haluk sanatçı olmanın birinci şartı yetenekli olmak, tanrı size yetenek verecek, okulla yetenekli olunmuyo, olunmaz. Siz şimdi pratik çözümlerle bi yerlere varırsınız teorik çözümlerle ancak okullarda edebiyat hocası olursunuz başka, teori yok bizde pratik var, devamlı pratik. Öyle yapa yapa zaten bir yerlere varılır. Düşünebiliyor musunuz, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nden o şeyler çıkar oyun şeyleri ama bunların konservatuarlar gibi bir eğitimi yoktur ki onlar saygın kurumlardır tamam amenna ama Dil Tarih’e herkes girer ama konservatuarlara yetenekliler girer kardeşim. Şimdi Dil Tarih’te çok değerli arkadaşlarımız var ama onları yakın veya yakın uzak olmayan tiyatro bölümü ha orası niçin açılmıştı diyelim sanatçılara sahne amiri, dramaturg yani yazar çizer takımı olarak şey yapmıştı. Fakat şu anda Devlet Tiyatroları’nda tabi böyle yazar çizer olup ta oyunculuğa soyunan ama olmayan, oyunculuğu pek tatmin edici olmayan bissürü insan var, sadece onlar değil İstanbul’da açılan bir sürü paralı konservatuarlar var maalesef o eski Cüneyt Gökçer hocaların, Bozkurt hocaların, Bozkurt Kuruç’un, Ziya Demirel’in, Yalın Tolga’nın, Ali Cengiz Çelenk gibi hocaların yetiştirdiği talebe yok. Olmaz zaten bu iş bitti, nasıl bitti? Yani biyıllar gerekiyor tekrar o güzelliği yakalamak için, nerde yakalayacaksın. Şimdi bi teknoloji diye bir şey var, sizi alıp götürüyor, aya götürüyor biyerlere götürüyor tekrar getiriyo eve bırakıyo. Yani şimdi bunu sinemalar boş, güzel kardeşim sen şimdi Japon teknolojisiyle, Amerikan teknolojisiyle hiçbir şekilde üçüncü dünya ülkesi olarak yarışamazsın. Ve bunlar senin sinemana da girdiler, bütün sinemalar Amerikan şeylerine bağlıdır, onların koyduğu programlarla yaparlar. E şey tiyatroda birkaç tane arkadaşımız çabalıyor,  aç tok karnına bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ama bana sorarsanız tiyatro komaya girmiş vaziyettedir, yoğun bakımda. İnşallah iyi olur o bilmiyorum.

M.Haluk YALÇINKAYA: Hocam size göre sanatın tanımını anlatır mısınız ?

Emin GÜMÜŞKAYA : Sanatın tanımı insana insanı insanca anlatma sanatı sevgi, Atatürk demiş ki “alnında ilk ışığı hisseden insanlar” falan, ya bu sanatın tanımı ne biliyor musun Haluk sevmek, sevgi, başkasına sevgi aşılamak, kavga gürültü etmemek. O klasik tanımlar var insana insanı insanca anlatma sanatı, nerde hangi şey. İdeolojik tiyatro çıkıyor birisi bilmem neyin şeyini ötekisi bilmem, tiyatro ideolojik değil kardeşim, tiyatro sanatın yedi kolundan biri olan tiyatro plastik kollarından biri olan sanat, sanat sevgi istiyor, insanların birbirini sevmesine yol gösteriyor. Hangi oyunda şunu öldür demiş tiyatronun oyunu? Yazarı,çizeri hangisi demiş?Yok şunu al, şunu çal şunu bilmem ne yap demiş mi? Hayır, hep doğru güzele, yani şey zaten Ali Cengiz, rahmetli hocamız Ali Cengiz Çelenk’in bir lafı vardı hayatım boyunca hiç unutmam, “doğrudan güzel çıkar ama güzelden doğru çıkmaz”.

Şimdi bazı şeyler ya bakıyorum kardeşim tiyatro da dahi botokslu kadınlar, botokslu erkekler, gay erkekler sanatın içine edenler ve suratları Çbs, Marshall, Dyo boyası gibi hiç mimik olmayan ya bir şey gibi duvar gibi hiçbir his vermeyen insanlarla dolu ya. Ya silahı bıraktık, kardeşim şu kırışıklıklar olacak sende, olacak ki o kompozisyonu güzel vereceksin. Hangi Amerikalı’da  Clint Eastwood seksen yaşında film çekiyor, hiçbir yerine ellemeden. Sen aman yarabbi, ben içlerindeyim işte bir buçuk, üç saat, beş saat makyajı meşgul eder, elli kişi sırada bekler bir kadın, oynayacağı karşıdan geçen koyundur makyaj makyaj  kardeşim, allahım kirpikler beş metre ondan sonra gözünü göremezsin içerde derinliğe giriyor çünkü, hani şöyle bir ifade et yorumla şu rolü yok ve şeydir sesli çekimler olduğu için çoğu ezber yapamaz elli defa çekersin aynı sahneyi. O eskiden de sessiz çekimlerde karşıdan biri bağırır efendim Sivaslı, Kayserili birine denk gelmiştir o sana başka bir Türkçe ile sufle verir sen ona başka bir şeyde, saniyede değiştirip oraya şey yaparsın. Sen şimdi bunun beynin bunu algılayıp bunu çevirene kadar rol gider ya, yani bu yüz bi şeyleri ifade ederken ezberini yapıp o rolü böyle içinde sindirerek tiyatroda bir terim vardır, yani “rolü çıkartmak” doğum yapmak gibidir. Doğumu yaparsan rahatlarsın ve ezber ve şey işte yetenek.

Ben çok rahatsızım ve son zamanlarda hiçbir yere gitmiyorum, gitmememin sebebi de nerelere çağırıyorlar, senaryoyu gönderin okuyayım diyorum, bakıyorum adam beş kişiyi öldürüyor yirmi beş kişiyi yakıyor, bilmem ne ya bunlarla işimiz olmaz bizim. Diziye gidiyorsun, en son gittim ne güzel bi diziydi fakat milleti alıştırmışlar kardeşim. Yeşil Deniz’de çok güzeldi, kadro çok güzel oynadık ettik falan aa bir bakıyorsun reytingler tutmuyor mükemmel bir dizi, tutmuyor. İllaki vuracaksın, kıracaksın, tecavüz edeceksin, aman. Şimdi Cüneyt Gökçer hocamızı, Bozkurt Kuruç hocamızı sorsan kimse tecavüzcü Coşkun’dan daha çok tanımaz onu. Bu millet gazozcu Nuri efendiyi, tecavüzcü Coşkun’u sanatın dehalarından daha çok bilir. Muhsin Ertuğrul, yüce şeyimiz tiyatronun padişahı her şeyi tiyatronun. Yani Muhsin hoca getirdi zaten Türkiye’ye tiyatroyu. Bu insanısorun bir caddeye çıksak Muhsin Ertuğrul kim desek selamünaleyküm kimsenin bildiği yok.

Ve önemli olarak şu ülkede bilinçli mi artık günahı vebali boynuna olsun, bir şey var halkı okumaktan her şeyden uzaklaştırma var. Biz lisede, ortaokulda münazaralar yapardık, şiir yarışmaları, tiyatro yarışmaları vardı be ortaokulda helal olsun. Bir Ziya Demirel geldi buraya 1980’de ben müdür muaviniydim, müdürümüzdü, liseler arası müsabakalar yaptık 80’de ya ve İnegöl lisesi kazanmıştı o gün şeyi o günlerden bu günlere. Ve Halkevi Oda Tiyatrosu’nda yarışmalar oluyordu ya, bir tane gösterin bana şimdi bir yerlerde, Anadolu’nun en ücra köşelerinde tertemiz yürekli çocuklar onlara selam olsun, tiyatro yapıyorlar, ah böyle şeyim olsa fırsatım ve olanaklarım olsa gidip de onlara yardım etsem ya.

M.Haluk YALÇINKAYA: Devlet Tiyatrosu’nda unutamadığınız bir anınız ya da başınıza geçen bir olay, oyun var mı anlatır mısınız?

Emin GÜMÜŞKAYA :  Şimdi benim Devlet Tiyatrosu’nda unutamadığım oyun olayların başında Erzurum’da yaşadığımız bir olay gelir. Bizim, “Sokullu Ne Yapmalı?” diye bir oyun var, Padişah Murat’ı oynuyor galiba. Bu da Sokullu zamanın çok dirayetli ve muhteşem bir şey sadrazamı, bu da Şemsi Paşa devşirme, bu da sadrazamlıkta gözü var herifin onu devirecek edecek, çeşitli entrikalar yapıyor falan en sonunda Sokullu’yu öldürt türüyor. Öldürt türüp yerine geçiyor. Ve Osmanlı tarihinde padişaha üç yüz bin altın borç veren sadrazam Şemsi Paşa.

Bu gittik biz şimdi Erzurum Devlet Tiyatrosu’nda karşısında bir lokanta var, bu lokantada o başka lokanta yok, Erzurum sene 80-82-83. Gittik orada yemek yiyoruz, bir gece de götürmüşler orada garsonu oyunu seyretmişler. Geldik ben de diyorum ki şimdi gelecek bu çocuk bana “nasılsın abicim, çok iyiydi” falan. Tavuk söyledik başka yiyecek bir şey yok, gece olmuş saat 11. Geldi arkadaşların yemekleri bana yok, oğlum niye getirmiyorsun benim şeyimi, tavuğumu, ya adam “benim” dedi “Sokullu’yu öldüren bir adama getirecek tavuğum yok” dedi. Hasta mısın oğlum dedim oyun oynuyoruz ya. Çok güldüm bir de milleti güldürdü yani çok iyi oynamış olabilirsin ama bu derecede yani şey yapmak etmek, böyle bir anı bu başında gelir, çok var Haluk çok var, aklıma geliyor  gelmiyor.

M.Haluk YALÇINKAYA: .…yaşadınız mı?

Emin GÜMÜŞKAYA : Mesela tiyatroda bin dokuz yüz bilmem kaç senesinde Zonguldak’ta şey yapıyoruz Düğün ya da Davul’u oynuyoruz. Arkadaşlardan biri içmiş içmiş olmuş sazan gibi, eyvah. Rahmetli Fikret Tartan şey turne başkanı, ulan napıcaz ne edicez. Dörtlü bir oyundur, orta oyunu döne döne oynanır. Şimdi sırası bununla bunu ben bölücez üçe bölücez bi bakıyorum bununla bu gelince üç kişi birden söylüyor. Kardeşim bu herifi aldık oturtturduksen seyret diye o da oldu uyuyo zaten. O da çok önemli biri şimdi ismini söylemiyorum kendisi şey yapar. Çok önemli bir İstanbul’da bir aktör kerata kulakları çınlasın, bu Zonguldak deyince zaten anlayacaktır. Oturdu, ya biz bu üçlü beşli söylerken başladık gülmeye kardeşim yani çorba oldu. Yahu nasıl çıkıcaz bu işin içinden diyorum eyvah eyvah, Yıldıray Akıncı abimiz var orta oyununu o yönetiyor, rahmetli arkadaşlar var. Özer Aydın var öldü gitti, Tayfun Orhon var kulakları çınlasın, var oğlu var yani. Ondan sonra başladık gülmeye, seyirci de gülüyor oyundan zannediyorlar, kardeşim oyun yarı bitişine beş dakika kala bitti artık. Herkeste şey bitti, pil bitti. Aaa selam veriyoruz millet ayağa kalktı, aa o şu bu ya biz çorbaya çevirdik oyunu böyle çok güzel ama ya hayatımda o kadar güldüğüm şey yaptığım, seyirci de gülüyor oyundanmış zannediyor. Böyle güzellikler oldu. Tiyatro var ya tiyatro yaşamın aynası ya, tiyatroda olduğu zaman her şeyi unutursun kavgayı gürültüyü. Ben mesela  rahmetli eşimle kavga ederdim giderdim ondan sonra tiyatro benim beynimi bir güzel yıkardı sonra eve giderken bir şey alırdım sanki hiçbir şey olmamış gibi yani öyle sizi şey yapıyodu ıslah ediyordu adam ediyordu ya. Böyle güzel günler. Ben şimdi yani bu güzelliğin üzerine baklavanın üzerine turşu yenmez ya, şimdi bakıyorum olmuyor olmuyor Haluk. “Emin abi bir şey yapıyor musun?” Yapmıyorum. “Neden yapmıyorsun?” Şimdi telefonları da sessize aldım, o kadar çok soruyorlar ki, o kadar bedavaya kürek çekiyorum ki, ya olmaz. Çok artist olmak isteyenler var.

M.Haluk YALÇINKAYA: Sinema oyuncusu  veya tiyatro oyuncusu olmak isteyenlere tavsiyeleriniz  var mı?

Emin GÜMÜŞKAYA : Bir kere okul, okula gidememişseniz bir ustadan mutlaka ders alacaksınız, ama öyle şey değil hani Müjdat Gezen’in üç aylık kursu gibi değil. Durucaksınız ustanın yanında duracaksınız, okula gideceksiniz, bir de eğitimli olacaksınız kardeşim, konservatuara gidersin gidemezsin ama eğitimli olmak zorundasın, yani kalkıp da ilkokul beşten terk edip “ben artist olucam” yok öyle iş. Önce bi şey bi adap öğreneceksin yanibi şeyin olcak bir orta okul lise diploman olacak, artık onlar bile işe yaramıyor ya, çünkü niye? Dejenerasyon diploma falan tanımıyor artık, bilgisayar bilmem ne. İlerde diyor, siz diyor öyle şey her mesleği seçmeyin bilgisayarla ilgili mesleği seçin, ulan önüne gelen bilgisayar şeyi olursa biz napıcaz ya, yani benim tavsiyem iyi bir ustanın yanında pişin. Pişirsin ve size el versin desin ki “hadi oğlum oldun sen git”, veya kızım. Öyle efendim ben bugün iki parçayı hazırlayacağım konservatuara imtihana gireceğim, yok öyle şey ya. İki parça hazırlıyor daha evvel neredeydin diye soruyorum bana geliyorlar, e annem kızıyordu babam kızıyordu falan filan. Rahmetli Bedia Muvahhit’e demiş ki kızın biri “Hocam” demiş “ben yani çok tiyatroyu çok seviyorum tiyatro sanatçısı olacaktım ama annem dedi ki kızım sen o…. mu olacaksın” dedi. Bedia Muvahhit de diyor ki “peki kızım sonra nasıl oldun” diyor. Ya yaçok önemli ya ulan sen sanat ne demektir ya, laf çok önemli. Bedia Muvahhit’le Vasfi Rıza Zobu hocamız yetmişbeş seksen yaşında oyun oynuyorlardı. Ben onlardan Vasfi Rıza Zobu’nun buraya gelip bir oyun koyduğu zaman asistanlığını yaptım, elini öptüm ve onun sonsuz şeyinden yararlandım. Bir gün bana dedi ki “bak oğlum” dedi, “biz dedi Bedia’yla dedi bir şey yapıyoruz” dedi, “dudaklarımdan o, kulağı duymadığı için dudaklarımdan okuyarak oynuyor” dedi. “Bir gün sahnedeyim Bedia aşağıdan bağırıyor” dedi, ondan sonra “Vasfi”, “efendim”, “meftanın kapısı açık duruyor” dedi, fermuarı açık kalmış. Meftanın kapısı açık kapanmıyor ya böyle güzelim espri ve seyirci gülüyor ya.

Şimdi suratlar bir karış ondan sonra neymiş kötü adam. Bak bir rolü oynamak için en önemli şey aldığınız senaryoyu bilmeyeceksiniz, ezberleyeceksiniz ama o rolün ne olduğunu bilmeyeceksiniz. Şimdi bakıyorum adama kötü adam rolü vermişler daha dakika bir surat böyle. Oğlum senin kötü adam olduğunu biz bilmiyoruz. Sen bil, sen kötü adamsın ama suratını ekşitmeye şey yapma. Mesela AnthonyPerkins var, en iyi aktör, sapık oynadı herif hiç kimse bir şey demez, hiç kimse bu herife sapık demez. Bak bööyle duruyor. Peter O’toole İngiliz büyük aktör, yapıyo yahu kardeşim Alman SS generalini oynuyor o filmi hatırlayanlar vardır, o kasabada herkes, kızlar tecavüz edilerek öldürülüyor, kim yaptı kim yaptı bulamıyorlar. Ömer Şerif de SS, gestapo subayını oynuyor ve tahkikatın, tahkikat etmek için orada bulunuyor. Ya bir gün bakıyor generale, dikkatle bakıyor şöyle. General içiyor içiyor Peter O’toole kalkıyor ondan sonra, kalktıktan sonra şöyle yavaşça geliyor geliyor böyle yapıyor. Bir tek şu, bir tek şöyle yapıyor duruyor, koca general. Tamam diyor bu i… sapık. Bu sapık bu herif başlıyor onu takip etmeye, bir hareketten buluyor. Ve sana bir hareket veriyor seyirci nerede, kim..

Şimdi bizde film başlıyor ve tamam konuyu hemen çözüyorsun, yani bir buçuk saat oturmana gerek yok. Konu da bilmem ne de hepsi çalakalem yazılıyor. Mesela Bülent Oran vardır sinemada senaryo yazan, hepsini çalmıştır kardeşim. Hepsi Amerikan, Fransız sinemasından, Alman, Amerikan, Rus hepsi şey. Ya artık patinaj yapmaya başladı. Tiyatroda bizim yazarlarımız ne güzel yazıyorlar, Ahmet Kutsi Tecer ’in Köşe Başı’nı oynadık rahmetli Yalın hocamla, o kahveciyi oynadı ben bakkalı oynadım. Kardeşim ikisi başrol. Ne oynamak, hem oynuyor hem bana diyor ki “hadi oyna”, yol veriyor adam ya, arkasını dönüyo. Şimdi bakıyosun seni kapatıyor herif gözükme diye. İşte Haluk seninle yapacağımız röportajda söyleyeceklerim bu, başka soracağınbir şey var mı oğlum.

M.Haluk YALÇINKAYA: Ben dinliyorum hocam çok şey öğrendim.

Emin GÜMÜŞKAYA : Kardeşim sinema gözdür göz.

Emin GÜMÜŞKAYA : Sinemada bakacaksın herşeyi anlatacaksın gözünle, bunla o mu yani.

Emin GÜMÜŞKAYA : Gittik bi sigara reklamına, Murat Soydan, ben ondan sonra Nuri Alço geçen sene,  gazozcu Nuri. Ya orada bir sürü sanatçı var ya, Şener Şen var ya kardeşim, taş gibi adam ne biçim şeyler filmler çekmiş. Yani sen şimdi bu adam dururken böyle magazinlerde şu.. Zaten gerçek sanatçı rahmetli Bekir Coşkun’un yazdığı gibi, der ki o: “gerçek sanatçıları bulamazsınız, göremezsiniz, onlar saklanırlar, çok fazla gözükmezler. Sebebine gelince yaptıkları işlerle mutlu olurlar ve halkı rahatsız etmek istemezler”. Ben böyle ya hiç unutmuyorum, Devlet Tiyatrosu’nda oynuyoruz yeni mezun olmuş birkaç tane arkadaş var, seyirci çıkıyor bunlar da resimlerin altında duruyor, hadi be sende. Portreler var oyuncu portreleri, seyirci çıkmış onun birinci perde de işi bitmiş, seyirci çıkıyo herif resmin altında. Yahu sanatçı nedir biliyor musun? Muhsin Ertuğrul Hocamızın dediği gibi: “sanatçı gözükmeyecek, sanatçı kırk yılda bir çıkacak eşiyle dostuyla sanat sohbetine çıkacak”. Böyle şey gibi. Beyoğlu’na git bir sürü zibidi sanatçı diye kenar mahalle karıları, ondan sonra botokslular, bir sürü nonoş onlar zaten piyasada, Beyoğlu’nda gezerken görürsün, bi oraya bi buraya giderler, bir Galatasaray ondan sonra bir baş taraf Taksim. Böyle akşama kadar şey yaparlar, ondan sonra ne ceplerinde beş kuruşsuz gezerler ya, parasız oynarlar, reklam olalım diye çünkü orada bazı kadınlar, kızlar sevgili bulacaktır ve oradan yaslanır oraya, böyle bir yol yapmışlardır şeyi sinemayı, dizileri falan.

Hiçbir diziyi seyretmiyorum, sadece şeyi seyrediyorum spor seyrediyorum. Bu arada Bursaspor da tahtasını aştı. Ben çok enteresan bir adamım ya, benim ana tarafım anneannem falan Beşiktaş’lı, ordan gelme şey yapma, baba tarafım Bursalı. Beşiktaş-Bursa maçında ikiye bölünüyorum, 0-0 berabere bitsin diye dua ediyorum. Çünkü bir taraf böyle bir taraf böyle ya, ne o taraftan vazgeçiyorum ne bu taraftan vazgeçiyorum, fazla da şey ilgim yok.

M.Haluk YALÇINKAYA: Hocam babanız anneniz ne iş yapıyordu?

Emin GÜMÜŞKAYA : Benim babam Geyve Hanı’nda esnaftı, Annem ev kadınıydı, annemi ben görmedim, üç dört yaşındayken hastalıktan ölmüş, o hastalığı söylemiyorum kötü bir hastalık. Babam Geyve Hanı’nda, ben şu Kayhan’dan hep şu çocukluğumda gelip geçer giderdim. Bursa o çok güzeldi, Bursa rahmetli oldu artık, Bursa’ya kimse Yeşil Bursa falan demesin rahmetli oldu diyorum. Ben Yeşil’den otobüsü yarım saat beklerdik Yeşil-Çekirge Mercedes otobüsler ile, her yer yemyeşil ondan sonra, kaplıcalara giderdik çocukluğumuzda yüzerdik kimse yok. Şimdi kaplıcaları büyük oteller aldı.

M.Haluk YALÇINKAYA: Hocam siz Zeki Müren ile ilgili anınızdan bahseder misiniz?

Emin GÜMÜŞKAYA :  Zeki Müren’i ben müdürlüğüm esnasında şey yaptım. Şimdi Bursalı biri tutturdu şey yaptı. Sevtuğ Olgaç  arkadaşım, Zeki Müren’in yeğeni ondan sonra Basri Sönmez’e dedim, Basri başkan, “Zeki Müren’i biz alıcaz biz kaldırcaz” dedim, biri var “hayır, Tayyare’den kalkacak” diyor kültür müdürü o zamanın, Vali Orhan Taşanlar da beni çok sever kulakları çınlasın, “Sayın Valim dedim bu devlet sanatçısı, devlet sanatçısı devletin olduğu kurumlardan kalkar madde var” onu da Bozkurt hoca söyledi, ondan sonra “Tayyare sinemasında olmaz” dedim,  o Tayyare’ye almak istiyor, Tayyare’de reklamını yapacak, ondan sonra “tamam” dedi vali, “Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu’ndan kalkacak”. Kardeşim biz uçakla geldi iki üç saatte Yalova’dan bir sürü çiçekçi getirdik, bi Adnan Açıkdüşünenler ışığın virtüözü adam bir ışık yaktı, bi sahne yaptık oraya, ben şey yapıyorum yeni de yaptırdık sezonu açıcaz halılar onlar hepsi tertemiz, dedim ki akşam üstü dedim saat 12’ye kadar gelen gelir sonra da kapatırız kapıları. Nerde sabah oldu hala Mekke’yi tavaf eder gibi gelen giden, Zeki Müren’in şarkılarını çalıyorum, koydurdum talimat verdim çocuklara şey geldi Orhan Taşanlar geldi “ne çalıyosun” dedi, onu dedim Zeki Müren şarkılarını çaldırıyorum, “bi ney bul” dedi “ney kaseti bul onu” dedi “koy”, hakkikaten bi ney gelenler başladı ağlamaya Kuran okuyanlar var, yahu kardeşim bakan bana haber verdi İsmail Kahraman Kültür Bakanı, “geliyorum derhal bana önde yer ayır şey yapma” ulan bütün Türkiye’deki sanatçılar geldi bir tek Sezen Aksu’ya çok takdir ettim, geldi sessizce oturdu,bi de rahmetli arkadaşım Atilla beraber oynamıştık 80’lerde. Kardeşim Ajda Pekkan geldi, Kültür Bakanı oturuyor, konuşuyor beni itiyo karı, Müjdat Gezen’e dedim ki “Müjdat bak” dedim “bu hacım itiyo ediyo”, “sen de it” dedi ya hiç unutmuyorum. Yahu kadın kendini göstermek için bana telefon etti “benim şey çelenk göndericem ortaya koy” hadi be sende, ondan sonra arkadan Ayten Gökçer tövbe yarabbi çelenk, dedim ya biz onun bunun ismini koyup şey mi yapıcaz. Sonra kardeşim İsmail Kahraman’ın yerine oturdu kalkmıyor kadın, Ajda Pekkan kalkmıyor dedim ki kaldırın şunu naparsanız yapın, kaldırdılar zorla, Kültür Bakanı gelmiş kardeşim ya bizim bakanımız, orta en en önde şey,neyse yahu şey yaptım yani senin anlayacağın bütün halılar kilimler şey oldu geberdi öldü. Yüz bin kişi dolaştı ya oradan böyle şey nefes almaya yer yok, artık kapının önünde dikiliyorlar şeyle sokmaya başladılar bizim adamlarımız sırayla sokmaya başladılar, yığıldı, çok seveni varmış. Yok efendim Zeki şöyleymiş, bana ne kardeşim Zeki Müren devlet sanatçısı, bak bul bir tane Zeki Müren şimdi, nerede bulacaksın yok, büyük bir ses nur içinde yatsın. Sonra biz Basri’yle bunu buraya gömdük babasının dibine, ondan sonra çok güzel Basri’ye helal olsun, nur içinde yatsın, kardeşim biz gömdük hemen montajlar yapıldı mapıldı, mermeri yapıldı bir günde aa ertesi gün Basri’yle buluştuk mezarlığa gittik, allahım yarabbi asmış oraya Yıldırım Belediyesi Başkanı bilmem kim. Yıldırım Belediye Başkanı rahmetlinin mezarına koymuş herif gelmiş. Dedim ki Basri ne yapalım , o zaman üçü de Anap’lı olduğu için birbirlerine bi şey de diyemiyorlar “bırak kalsın” dedi, ne kalsın lan dedim keseceğim, kestim Basri’nin kini koydum. Olmaz, o zavallıya biz gittik, hiç unutmuyorum uçak indi bütün Bursa’nın ekabir şeyleri saklandı, “acaba bi şey olur mu, acaba bi şey derler mi, gözükmeyelim”. Basri’yle biz, Sevtuğ, Basri, ben, aldık gazeteciler geldi şak şakşak yavaş yavaş çıktılar, hepsinin ismini biliyorum ama söylemem çünkü söylersem aradan 25 sene geçti bilmem hala utanırlar mı? Ne saklanıyorsunuz bizim o çocuğumuz o, bizim gururumuz ya var mı böyle bir sanatçı bir tane daha.

M.Haluk YALÇINKAYA: Zeki Müren Bursa’nın en büyük değerlerinden biri idi.

Emin GÜMÜŞKAYA : Zeki Müren efendim bir felsefesi vardı neydi, arkandan gelenleri köprüleri yak ki gelmesinler, yık. Kardeşim sen de bi Zeki Müren ol da sen de yık be. Muhsin Ertuğrul hocamıza diyorlar ki:“hocam”diyolar ya “tamam iyi güzel fakat bu Münir Özkul hep alkol, sarhoş geliyor”,“bitti mi” diyor, “bitti”. “Sen de bi Münir ol da sen de iç de gel” diyo, kolay mı Münir Özkul olmak. Geçenlerde  biri, efendim Zihni Göktay benim can arkadaşımdır, diyor ki efendim seyrettim ama Hazım’dan daha güzel Lüküs Hayat, Zihni Göktay ondan daha şebek” ona yazdım dedim ki “sen Zihni Göktay gibi bir yeteneği nasıl böyle iki lafla karalarsın ya, o adam elli yaşında, altmış yaşında, yetmiş yaşında, ömrünün elli senesini vermiş sen beş dakkada yazıyosun be  Allah’tan kork.” En fazla Hazım Körmükçü’yü beğendim falan dersin, yirmi beş senedir oynayan  ve Türk tiyatrosunun yıldızı bir adam. Sanat anlayışı bu işte Haluk bak ve yazarı çizeri de böyle. Şimdi yazar çizer de yok eskisi gibi, Niyazi Menteş yok, Necati Akgün yok, çok sevdiğim Aykan Uzoğuz yok artık yani Erdal Özdur var ama o yani Erdal kulakları çınlasın, benim tiyatroya başlamamda birinci sebeptir o adam. O şey Selami Üney’le beraber o beni Ali Cengiz Çelenk, Devlet Tiyatrosu’na sokmuştur, Ali Cengiz’e ısrar etmiştir. O benim bir abimdir ama öyle gazeteciler kalmadı, kalmadı şey var

M.Haluk YALÇINKAYA: Bursa Devlet Tiyatrosu’ndaki yıllarınızda yaptıklarınızdan memnun musunuz ya da “keşke şunları da yapsaydım” dediğiniz şeyler var mı?

Emin GÜMÜŞKAYA : Evet.

Emin GÜMÜŞKAYA : Bursa Devlet Tiyatrosu’nda sanatçı ve oyuncu, yani müdür rejisör kadrosuyla emekli oldum. Oyun koydum onyedi tane ondan sonra geçenlerde Hüzzam adlı oyunu sahneye koydum, Pınar Saner efendim Edremit’te vefat etti nur içinde yatsın çok da güzel oynamıştı, tek kişilik bir oyundu, çok güzeldi. Şimdi Devlet Tiyatrosu’nu kiradaydı memurlar ora yani ön tarafı aldım, Devlet Tiyatrosunu yeni baştan sıfırdan koltuğundan her şeyine kadar yeniledim, Basri Sönmez çok yardım etti, koltukların hepsini Basri Sönmez yaptırdı, oraya yağlı boya badana yaptırdık birinci gelişimde, iki defa geldim. Ondan sonra Şükrü Şankaya Cavit Çağlar perdeler verdiler Bursa’nın zenginleri. Efendim Mehmet Erbak “Ahmet Vefik Paşa” yazılarını yazdırdı o şeyli yazılar hortum lambaları olan hortum. Herkes yardım etti, Şükrü Şankaya nur içinde yatsın. Bu yaptıklarımın içinde öyle şeyler öyle güzellikler yaptım ki devleti bir kere 20 milyar o günkü şartlarda kiradan kurtardım, devlet o kirayı vermedi ve tiyatroyu her şeyini yeni baştan yaptım bunu biliyor Bursalılar. Bursalı sanatçılar da biliyor, hepsi biliyor. İkinci gelişimde de yaptım ettim çünkü benim mayamda şeyimde var ya, ben her gittiğim yeri tertemiz yaparım şey yaparım yani orayı güzelleştiririm. Bana vereceksin eski viran bi yeri ben onu hemen o eski şeyi Osmangazi’nin çöplüğü, çöp yerini sanat tiyatro yaptım olacak şey değil.

Ondan sonra ve Devlet Tiyatrosu’na o kadar şeyler yaptım ama bitane ya bi yerine geldiğim müdür denilen adam arkamdan elli bin tane dümen yaptı, elli bin şey ya. Ya gazetelere gider kötüler şunu yapar bunu yapar, bilmem vicdanı rahat mıdır, benim yaptıklarımın sanat adına yapıldığı için hiç mutsuz olmadım ama bana yapılanlara çok mutsuz oldum. Ve ben o yüzden başım belalara girdi, neler çektim neler söylemiyorum çünkü söyleyince sinirlerim boşalıyor. Ve şey bedavaya vaktim sanatımı öldürdüler, ben çok şey yaptım tiyatro için bütün Bursalılar, orada çalışıp ta emekli olan arkadaşlarımın hepsi biliyor ya hepsine de hakkımı helal ediyorum bazıları hariç. Bazılarına sanatçı olarak etmiyorum, bana yaptıklarından dolayı etmiyorum. Ve istiyorum tanrı onlara da aynı şeyi yapsın. Başka Haluk.

M.Haluk YALÇINKAYA : Tiyatro mu? Sinema mı?

Emin GÜMÜŞKAYA : Tiyatro, sinemayı geç. Tiyatro hepsinin anası, ötekiler çocukları. Tiyatronun üzerine bir şey tanınmaz, canlı canlı oynuyorsun canlı canlı ve hiç aksamadan etmeden, hata yapmadan, hataya yer yok. Sinema olmadı çek bir daha, şimdi biz burda yapıyoruz, olmadı bir daha çekeriz, sileriz nolucak. Yani bu şeyimiz var. Ölü. Bitir gene, sil gene başlatalım.

M.Haluk YALÇINKAYA: Hocam en çok beğendiğiniz tiyatro oyun yazarı kim?

Emin GÜMÜŞKAYA : Oyun yazarı, hepsini beğeniyorum ya. Ahmet Kutsi Tecer var, Haldun Taner var, ondan sonra hepsi birbirinden iyi. Haldun Taner yirmi otuz sene Deve Kuşu Kabare’yi yaşatan adam. Kandemir Konduk, dostumdu Kandemir Konduk geçenlerde Nezih’in rahmetli Nezih cenazesinde beraberdik buradan selam olsun. Ondan sonra çok yazarlar var. Oyuncular olarak şey yapmıyorum, yani ben “şu oyuncu iyidir” demiyorum, çünkü son zamanlarda beğendiğim oyuncu yok. Zihni’yi çok sever beğenirim, büyük oyuncu o, o var. Başka yok. Bir de bu tiyatro için Ali Poyrazoğlu var, hala direniyor helal olsun ona, selam olsun Ali’ye, iyi dostumdur ve nereye giderse gitsin orada bir tiyatro yapmaya çalışıyor. Bodrum’a gitti evinde tiyatro yapıyor, hastalık oğlum, hasta. İşte biz yani tiyatroyla ölücez inşallah öyle ölürüz, inşallah ya.

Emin GÜMÜŞKAYA : Evet, röportajın için teşekkür ederim Haluk,

M.Haluk YALÇINKAYA: Bana vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim Hocam, saygılar sunarım

Yıllardırbasın ile söyleşi yapmayan Emin Gümüşkaya ile bu güzel söyleşiyi gerçekleştirdim.

Teşekkür ederim, iyi seyirler.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.