Kontrolün elementi: Su

24.10.2025
A+
A-

Bursa’da birkaç haftadır süren planlı su kesintileri, artık bir altyapı arızasının değil, sistematik bir su yönetimi krizinin sonucudur. Nilüfer Barajı kurumuş, Doğancı kritik eşiğe dayanmış durumda. BUSKİ verilerine göre baraj doluluk oranlarının yüzde 1’in dahi altına inmesi, bir meteorolojik kuraklıktan çok, uzun yıllardır süregelen yönetimsel önceliklerin bedelidir. Kaldı ki Bursa, Uludağ’ın kar sularıyla beslenen, dört mevsimi belirgin yaşayan, su kaynakları açısından avantajlı bir bölge olarak bilinir. İlin yıllık su potansiyelinin yaklaşık 6 bin hm³ civarında olduğu tahmin edilmekte. Bu zenginlik içinde dahi krize girmek, sorunun doğada değil, insan ölçüsünde olduğunu gösteriyor. Kentleşme, sanayi ve tarımsal su tahsisleri arasındaki dengesizlik; altyapı kayıplarının ve yönetimsel ihmallerin birleşmesiyle, doğanın değil, insan eliyle tasarlanmış bir krize dönüştü. Kuraklık, yalnızca iklimin değil, yönetim biçimlerinin de sonucudur. Bugün faturayı, henüz iki yıldır görevi devralmış olan CHP’li Büyükşehir Belediyesi’ne kesmek kolay görünüyor. Oysa bu kriz, yalnızca son yönetimin değil, yıllardır süregelen ihmallerin sonucudur. Eski yönetim döneminde de barajların doluluk oranı defalarca alarm vermiş, dönemin belediye başkanı Alinur Aktaş tarafından “barajlar boşaldı, kritik eşiğe geldik” açıklamaları yapılmıştı. Yani bugünkü tablo, aniden ortaya çıkan bir arıza değil; uzun zamandır göz göre göre gelen bir sistem çöküşüdür. Elbette, parmakla en kolay işaret edilen yer, krizi omuzlayan mevcut yönetim olur. Ancak Bursa’nın su kaynaklarının tükeneceği, yıllardır bir sır değil, bilinen bir felaket senaryosuydu. Türkiye’nin su stresi yaşayan bir ülke olduğu gerçeği, Bursa için de geçerliydi. Bu nedenle, krizin faturasını sadece son bir veya iki yıllık yönetime kesmek kolaycılıktır. Uzun yıllardır kentin içme suyu altyapısını güçlendirecek, kayıp-kaçak oranlarını küresel standartlara çekecek ve alternatif kaynakları devreye sokacak büyük ölçekli projeler neden lanse edilmesine rağmen hayata geçirilemedi? Sorun, mevcut musluğu açıp kapatandan çok, geçmişten bugüne gelen “yapılmamışlar” listesindedir. Siyasi saikler ne olursa olsun, bu ihmal zinciri, küresel sermayenin kıtlık üzerine kurduğu “iktidar oyununa” zemin hazırlamıştır.

SU BİTMİYOR, KONTROL EDİLİYOR

Bu noktada akla temel bir soru geliyor: Dünyada suyun bitme ihtimali var mı? Bilimsel olarak, su gezegenimizden yok olmaz; su döngüsü sürekli devam eder. Ancak sorun suyun toplam miktarı değil, kullanılabilir, arıtılabilir ve erişilebilir suyun hızla azalmasıdır. İklim değişikliği, yağış rejimini değiştirerek suyu ya bir felaket (sel) ya da bir yokluk (kuraklık) olarak sunuyor. İşte bu kıtlık algısı, küresel sermayenin en güçlü kozudur. Ve görünen o ki, bu şehir artık yalnızca doğa koşullarıyla değil, küresel politikaların laboratuvar etkisiyle de sınanıyor. Resmî açıklamalarda Bursa “pilot bölge” olarak geçmiyor; fakat birçok altyapı ve iklim uyum projesinin ilk uygulandığı yer olması dikkat çekici. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin EBRD’nin Yeşil Şehirler Programına katılması, BUSECAP planını hazırlaması ve İklim Dayanıklı Altyapı temalı yarışmalar düzenlemesi, kentin “Yeşil Ekonomi” denen yeni ekonomik düzenin test alanlarından biri olduğunu düşündürüyor. Enerji tasarrufu, karbon azaltımı, yeşil dönüşüm gibi kavramlar kulağa modern geliyor; ancak bunların arkasında daha büyük bir düzen kurulduğu inkâr edilemez. İklim krizi gerçek; ama küresel sermaye bu gerçeği, yeni kontrol mekanizmalarını ve vergileri dayatacağı bir fırsata dönüştürmüş durumda. Su kıtlığı ise bu sistemin en güçlü dayanağıdır. Çünkü su, yalnızca yaşam değil, aynı zamanda iktidardır. Bir bölgenin suyunu kontrol eden, üretimini ve insanını da kontrol eder. İşte bu yüzden, su krizi artık sadece bir çevre meselesi değil; yeni bir güç stratejisinin aracı.

ZİHİNSEL PROVA: DAYANIKLILIK ÖLÇÜMÜ

Son yıllarda dünyanın dört bir yanında benzer senaryolar görüyoruz: Orta Doğu’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Asya’ya su kaynakları üzerinden artan gerilimler… Türkiye dahi, kişi başına düşen su miktarı (yaklaşık 1.430 m³/kişi-yıl) ile su stresi yaşayan ülkeler kategorisinde. Bu süreçte, bulut tohumlama, yapay güneş projeleri gibi doğaya müdahale eden yeni teknolojiler sessizce devreye giriyor. Bilimle doğa arasındaki denge, artık deneysel sınırda. Kısacası, dualitenin düzenine müdahale başlıyor: Dünyayı yöneten küresel güç, ilahlığa soyunuyor, doğaya ve dualiteye müdahale ediyor. Bugün Bursa’da musluktan akmayan su, sadece bir altyapı çöküşü değil; aynı zamanda bir “zihinsel prova” niteliğindedir. Siyasetin veya bürokrasinin ihmaliyle maskelenen bu kriz anları, aslında bir “toplum dayanıklılığı ölçümüdür.” İnsanlar ne kadar susuzluğa dayanır, kaç gün tepkisiz kalır, ne zaman normalleşir… Tüm bu veriler sessizce toplanıyor. Su kesildiğinde, kontrolün nasıl tesis edilebileceğinin provası yapılıyor. Bugün teknoloji, sermaye ve iktidar iç içe geçmiş durumda. Bir yanda Mars’ta yaşam planları yapan birkaç bin kişilik elit zümre, diğer yanda dünyanın temel ihtiyaçlarına erişemeyen milyarlar… Bu asimetri, insanlığın en büyük distopyasını sessizce inşa ediyor. Evet, iklim değişiyor. Ama değişmeyen şey, insanın gücü kendi lehine kullanma hırsı. Su krizinin arkasındaki asıl mesele, doğanın değil; insanın yönetilmesi. Bugün “iklim nötr” diye pazarlanan her adım, yeni bir ekonomik kontrol katmanına dönüşüyor. Ve en ironik olan şu: Dünyayı kurtarmaktan söz edenler, aslında dünyayı kendi çıkarlarına göre yeniden inşa etmenin peşindeler. Bursa’nın barajları kuruyor olabilir, ama asıl mesele başka: Türkiye’nin en bereketli, dört mevsimi yaşayan bu coğrafyasında başlayan bu denemeler, basit bir yerel başarısızlık değil; kontrol denemelerinin habercisidir. ‘Yeşil ekonomi’ maskesi altındaki küresel güç, yeni dünya düzeni olarak tanımlanan bir sürecin altyapısını kuruyor. Bu düzenin amacı, hastalıklar, enerji ve su krizleri, ekonomik manipülasyonlar ve adalet sistemindeki erozyonlar üzerinden insanı ölçülebilir, yönlendirilebilir, kontrol edilebilir hale getirmek. Korona süreciyle başlayan bu dalga, yalnızca bir sağlık krizi değil; yeni bir insanlık modelinin provasıydı. Artık mesele doğayı kurtarmak değil, doğa üzerinden yeni bir ekonomik-politik sistem inşa etmek. Kaynakların azalması bahane edilirken, bu kıtlık algısı üzerinden toplumsal refahımız aşındırılıyor, ekonomik kontrolümüz merkezileştiriliyor ve kamusal adalet algısı erozyona uğratılıyor. Su kıtlığı, bu büyük resimde yalnızca bir araç. Bugün Bursa’da yaşananlar, yarın sırayla her şehrimizin kapısını çalacak bir zihinsel pratik. Bu coğrafya, iklim krizi üzerinden dizayn edilmek isteniyor. Mesele suyu geri getirmek değil, bu küresel dayatmaya karşı ulusal irademizi ve toplumsal direncimizi yeniden inşa edebilmektir. Unutmayın, damarları kuruyan sadece barajlar değil, aynı zamanda egemenlik hissidir. Ve su kadar arıtılması gereken bir şey varsa, o da gücü kutsallaştıran, kontrolü tanrısallaştıran, insanlığa türlü çeşit oyun kuran kirli akıllar ve karanlık zihinlerdir.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.